Çankırı Atabey Ferruh Darüşşifası

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yaptırılan bugünün eğitim ve araştırma hastaneleri niteliğindeki darüşşifalar, “şifahane, şifaevi, şifakapısı, sıhhat yurdu” olarakta adlandırılmıştır.

Darüşşifaların en büyük özellikleri; sultanlar, devletin ileri gelenleri tarafından genellikle işlek yollar üzerinde inşa ettirilmiş hayır kurumları olmalarıdır. Darüşşifaları kurduran kişiler aynı zamanda güçlü vakıflar kurarak bu şifa evlerinin devlete yük olmadan kendi kendilerini ayakta tutmalarını sağlamışlardır. Şifahaneler din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin insanlığa hizmet etmiştir.

Avrupa’nın karanlık çağı yaşadığı dönemde şifahanelerde modern tıp eğitimi verilmekte ve hastaların dönemin şartları içerisinde “kesinlikle parasız” en iyi şekilde tedavi edilmekteydi. Darüşşifalarda tedavi için idrar muayenesi, nabızla teşhis, diyet, kirli kanın atılması ve göz hastalıklarının tedavisi gibi uygulamaların yapıldığını bilmekteyiz.

Selçuklu döneminde inşa edilen 10 Şifahaneden biri de Çankırı’da bulunmaktadır. Bu konuda Çankırı’da 1976 yılında incelemelerde bulunarak “Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları” kitabında yer veren Gönül Cantay’ın tespitleri:




ANADOLU SELÇUKLU DARÜŞŞİFÂLARI

Mardin Emineddîn Darüşşifâsı (H. 502-516 / M. 1108/9-1122/23)

Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifâsı ve Medresesi (H. 602 / M. 1025-6)

Sivas I. İzzeddîn Keykâvus Darüşşifâsı (H. 614 / M. 1217-18)

Divriği Turan Melik Darüşşifâsı (H. 626 / M. 1228-29)

Çankırı Cemaleddîn Ferruh Darüşşifâsı (H. 633 / M. 1235)

Aksaray Darüşşifâsı (XIII. Yüzyılın ilk yarısı)

Kastamonu Pervaneoğlu Ali Darüşşifâsı (H. 671 / M. 1272-73)

Tokat Muineddîn Pervane Darüşşifâsı (XIII. Yüzyıl son çeyreği başı)

Anadolu Beylikleri döneminden İlhanlılar’ın bir darüşşifâ yapısı olarak:

Amasya Amber bin Abdullah Darüşşifâsı (H. 708 / M. 1308-09) [1]

 

ÇANKIRI ATABEY FERRUH DARUŞŞİFASI

İnceleme Yılı: 1976 [2]
Çankırı dışında, Tımarhane mahallesi veya Derbent denilen yerde kuru çay yatağı kenarında, yüksek kayalık bir tepe üzerinde bulunan yapı topluluğu darüşşifa, fevkani bir darülhadis (taş mescit) ve mezar türbeden meydana gelmekteydi. Bu yapılar çok az bir zaman farkıyla inşa edilmiş ve külliye oluşturmuştu. Ancak günümüze sadece Taş Mescid ve türbe ulaşabilmiş, restore edilmiştir. Atabey Cemaleddin Ferruh tarafından, mimar Şehabeddin İnal bin Cemali’ye inşa ettirilmiştir.

Darüşşifadan iki kitabe günümüze ulaşmıştır. Bunlardan biri darüşşifanın büyük bir ihtimalle yapının kapı kemeri içinde yer alabileceği düşünülen iki parça halindeki kitabe taşıdır. Bu kitabe taşının 1940’larda Orta Okulda muhafaza edilmekte olduğu öğrenildiyse de, şimdi nerede olduğu bilinmemektedir. Bu kitabenin metni ise (1);

Üstteki taşta ortada;

“Es Sultan”

Taşın üst kenarında;

“fi-tarihi muharrem sene şelaşe ve şelasin ve sıttemi’e”

Alttaki taşta beş satır halinde Selçuklu nesihiyle istifli yazılmış kitabe metni ise;

“Emere bi-imareti hâze’d-dârül-âfiyeti’l-meymeneti

Fi-eyyami devlet

Es-Sultanü’l-a’zam Alâu’d-dünya ve’ddin ibnü’l-feth

Keykubad bin Keyhusrev Kasimi eminü’l-mü’minin

Eyyeda’llihu ensârehu

El-‘abdu’- z-Zaif el-muhtâc ilâ-rahmeti’r-rabbi

Cemâlü’-din Ferruh

El-lala el-atabeg el meliki el ataki ve fakihu’l-lah

 

Türkçesi:

“Bu mübarek darü’l afiye’ninyapılmasını 633 yılı Muharrem ayında Büyük Sultan, memleketler açan Abbasi Halifesi’nin ortakçısı ve Keyhusrev oğlu Alâü’d-din Keykubadu’llahı aiz ve mansur eylesin. Devletli günlerinde kulların fakiri ve Allah’ın rahmetine muhtaç azadlı kölelerden Ara-beg Lalâ Cemalü’d-din Ferruhu’-llah muvafık eylesin emretti”.

Böylece dârü’l-afiye’nin 22 Muharrem 633 H./M. 7 Ekim 1235 tarihinde Atabey Cemâleddin Ferruh tarafından yaptırıldığı öğreniliyor.

Dârülafiye’nin inşaasından kısa bir süre sonra ön kısmında dârü’l-ha-dis (Taş Mescit) yapısı inşa edilmiştir. Dârü’l-hadis’in kapısında yer alan kitabe metninde, yapının gene Selçuklu Sultanı Keykubad zamanında Emir Alâü’d-din Ferruh tarafından H. 640/M. 1242 yılında türbe (mezar) ile birlikte inşa ettirildiği yazılmıştır. Böylece dârü’l-hadis yapısının darü’ş-şifadan yedi yıl sonra yaptırıldığını öğreniyoruz.

Komplekste üçüncü bir kitabe ise darüşşifaya ait kapı üzerinde pahlı taş çerçeveli yuvaya yerleştirilmiş, Selçuklu nesihiyle üç satır yazılmış taştır.

“El-Cemal

Şehâbü’d-din (inal bin)?

………………….”

Şehâbü’d-din İnal bin el-Cemâli…” adı okunuyor ki; gerçekten dârülafiye yapısına ait orijinal bir taş ise, Selçuklu döneminde bir mimar veya usta adı vermiş olmasıyla önem kazanır. (Kapı üzerinde yer alan bu taş her ne kadar üç taraftan pahlanmış bir yuvaya yerleştirilmişse de, yuvanın yan söveleri kapıyı sınırlayan dış bordür üzerine oturur. Bu ise çok değişikliğe uğramış olan duvarın dış dokusunun gerçekte bu yazılı taşa mı ait olduğu sorusunu akla getirir.)


Plan Özellikleri

Darüşşifa yapısının günümüze sadece kuzey duvarı gelebilmiştir. Bu duvara bitişik olarak inşa edilmiş darülhadis mekânına açılan güneydeki taçkapı darüşşifanın orijinal girişidir. Darülafiye yapısının inşa edildiğinde, Selçuklu darüşşifalarında gördüğümüz geleneksel medrese şemasında bir plana sahip olduğu düşünülebilir. (Yapının 45 yıl önce altı mekânının mevcut olduğunu Süheyl Ünver’den öğreniyoruz)

 Mimari Özellikler

Darüşşifadan günümüze ulaşan kuzey duvarı üzerinde eyer alan taçkapı Selçuklu devri taçkapı özelliklerini bütünüyle yansıtır. Muntazam kesme taştan kapı yan söveleri ve yay kemeri içinde, zamanın orijinal ahşap kapı kanatlarının yerini, yenileri almıştır. Taçkapının dikdörtgen dış çerçevesi klasik çok ışınlı yıldız motifinin yarısından oluşan bir örnekle dekorlanmıştır. Köşe dolgusu yüzeylerinde ise iki kabartma rozet yer almıştır.

Yapıdan Selçuklu tarzında taçkapısından başka herhangi bir mimari mekân zamanımıza ulaşmadığı için süslemeleri konusunda bir fikir edinmek mümkün olmamaktadır. Ancak burada bulunmuş iki plastik parça yapının taş süslemesi hakkında bir fikir oluşturabilir. Bunlardan biri bir mimari parça, belki bir kapı yan söve taşı olan yaklaşık (1.00 x 0.25 m.) boyutundaki taş, üzerinde Selçuklu geçmesi çifte ejder figürünün kabartma olarak işlendiği görülüyor.

Diğer plastik parça ise bir kadehin ayak kısmına sarılmış ve başı kadehin içine kadar paralel uzanmış üç boyutlu figüründir. Ayaklığı (0.18x0.13 m.) ölçüsünde ve ayak üzerinde kadeh kısmı(0.23x0.17 m.) ölçüsünde olan bu figürin, plastik olması kadar bulunduğu fonksiyonel yapı ile ilişkisi yönünden de önemlidir. Burada Anadolu Selçuklu ender görüldüğü şekilde natüralist olarak yılan figürü işlenmiştir.

[1] Gönül Cantay, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları, Ankara 2014(İkinci Baskı), S.19

[2] Gönül Cantay a.g.e, S.56-57-58

 

 


YORUM EKLE
YORUMLAR
Muhittin
Muhittin - 9 yıl Önce

değerli hocam yüreğinize kaleminize sağlık..

üstün
üstün - 9 yıl Önce

değerli hocam eskiden şifahanelerden insanlar şifa bulup çıkarlarmış,şimdilerde hastanelere gitmek tedavi olmak bizleri hasta ediyor..yazılarınızın devamını bekliyoruz..saygılarımla.

ragıp
ragıp - 9 yıl Önce

teşekkürler

SİBEL
SİBEL - 8 yıl Önce

şehrimizden haberimiz yok teşekkürler