Evlilikler Neden Yürümüyor

Evlilikler Neden Yürümüyor? Pedagog Ali Çankırılı
Evliliği yürütmede sorun yaşayan eşler aile danışmanlarına hep sorarlar: “Evliliğin yürümemesini neye bağlıyorsunuz? Ekonomik sorunlar mı? İletişim yetersizliği mi? Kıskançlık mı? Sadakatsizlik mi? Birbirini yeterince tanımamak mı? İlgisizlik mi? Kişilik uyuşmazlığı mı? Eğitimsizlik mi?” Bütün bunlar sebep değil, sonuçtur; yani buz dağının görünen kısmıdır. Buz dağının asıl gövdesi nasıl dipte ise, evliliğin yürümemesinin dipteki sebebi de sevgi, saygı ve güven eksikliğidir. Eşleri birbirine bağlayan harcın malzemeleri sevgi, saygı ve güvendir. Sevgiyi bir ateşe benzetebiliriz. Ateşin sönmemesi için devamlı beslenmesi gerekir. İlgilenilmediğinde ateş nasıl sönerse; sevgi de ihmal edildiğinde söner. Sevgiye her insanın ihtiyacı vardır; ama yaratılış gereği kadının daha çok ihtiyacı vardır. Sevilmediğini düşünen bir kadın kendisini değersiz hisseder. Kadını evine ve eşine bağlayan şey sevgidir. Eşinden yeterli sevgi görmeyen bir kadın kendisini evin hizmetçisi gibi hisseder. “Hem de karın tokluğuna çalışan bir hizmetçi” demişti bir danışanım. “Eşine neden kendisini sevdiğini söylemiyorsun? Pişirdiği yemekleri yedikten sonra neden eline sağlık demiyorsun? Hizmet davranışları için neden teşekkür etmiyorsun” dediğimde adam gülerek, biraz da yüzü kızararak: “Biz böyle şeylere alışık değiliz, hocam; babamızdan böyle şeyler görmedik. Babam annemi severdi, ama bunu söyleme gereği duymazdı” demiş; kendisini şöyle savunmuştu: “Yaptığı hizmetler için teşekkür etmeye ne gerek var; kadındır, bunları yapmak görevidir. Ben de evin erkeği olarak gece gündüz çalışıyorum, evin geçimini sağlıyorum, onları kimseye muhtaç etmiyorum; çünkü bu benim görevim. Bunları yapıyorum diye teşekkür mü bekleyeceğim?” Eşler arası iletişimde aile kültürü çok önemlidir. Anadolu’da ve Doğu bölgelerimizde erkeğin karısına sevdiğini söylemesi, yaptığı bir hizmet için teşekkür etmesi kadına yalakalık olarak değerlendirilir ve yapan erkek alay konusu edilir. Diğer taraftan eşine ve çocuklarına zaman ayırmayan erkekler vardır. Evi otel ve lokanta gibi kullanır. İşten başını kaşıyacak vakti yoktur. Akşamları eve geç gelir, çoğu zaman eve iş getirir. Karısına iltifat etmek ve sevdiğini söylemek şöyle dursun, bir “nasılsın?” demeyi bile akıl edemez. Erkek iyi bir iş adamı, tanınmış bir akademisyen, iyi bir baba olabilir; ama bunlar eşini mutlu etmeye yetmez. Eşini mutlu edebilmesi için aynı zamanda iyi bir koca olması gerekir. Eşler arası geçimsizliklerde suçu hep erkeklerde aramak adaletli bir yaklaşım olmaz. Kocasından: “Akşam yemeğini yedikten sonra çayını evde bile içmez; doğruca kahvehaneye gider. Gece geç saatlerde eve gelir. Geldiğinde çocuklar uyumuş olur. Oturup iki çift laf edemeyiz. Yorgunum, uykum var, yatacağım” diye yakınan bir hanım danışanıma: “Hanımefendi, kocanızın neden evinde oturmak istemediğini, akşam yemeğini yedikten sonra neden soluğu kahvehanede aldığını kendi kendinize hiç sordunuz mu? Bunda benim payım ne diye düşündünüz mü” demiştim. Kadıncağız yüzüme kızgın bir ifade ile bakıp şöyle demişti: “Erkek değil misiniz; bakın siz de onun tarafını tutuyorsunuz!” Eviyle, eşyasıyla, çocuklarıyla ilgilenmekten kocasına zaman ayıramayan; güne ve çay partisine giderken en şık elbiselerini giydikleri ve takıp takıştırdıkları halde, akşam kocalarını üzerinde kavrulmuş soğan kukusu olan ev kıyafetiyle ve mutfak önlüğü ile karşılayan hanımlar yok mudur? Bütün gün iş yerinde bakımlı güzel hanımlarla bir arada olan bir erkek, akşam evine döndüğünde karısı ev kıyafetiyle, mutfak önlüğü ile ve saçları dağınık karşıladığında ne düşünür? Nebraska Üniversitesi tarafından “güçlü aileler” üzerinde yapılan bir araştırmada üç ortak özelliğe sahip oldukları görülmüştü. Bu özellikler şunlardı: Dinlerine Bağlılık: Aile üyeleri hep birlikte sürekli ve düzenli olarak kiliseye gidiyorlardı. Kiliseye ve hayır kurumlarına yardımda bulunuyorlardı. Övgü ve Takdir: Aile üyeleri her iyi harekette birbirlerini övüyor, başarılarını takdir ediyorlardı. Birlikte Zaman: İş, ibadet, eğlence, yemek, seyahat ve benzeri birçok alanda beraber idiler. Aile üyeleri birbirlerine kan bağıyla bağlı oldukları ve aynı evi paylaştıkları halde, birlikte kaliteli vakit geçirmedikleri zaman birbirlerini tanıyamazlar. Anne baba çocuklarını, eşler birbirlerini tanıyamadığı için bir kriz anında nasıl işbirliği yapacaklarını, krizi nasıl yöneteceklerini ve çözeceklerini bilemezler. Sevginin olmadığı yerde saygı ve güven de olmuyor. Sevgi, ailede yaşanarak kazanılan bir duygusal yetenektir. Sevilmeyen bir çocuk sevmeyi öğrenemez; sevgiye olumlu karşılık veremez. Anne babası ve aile büyükleri tarafından sevilen çocuk “beni seviyorlar, öyleyse onlardan bana zarar gelmez, onlara güvenebilirim” diye düşünür. Güven duygusu gelişmemiş bir çocuk başkalarından kendisine zarar geleceği endişesi ile onlara bağlanamaz. Bu çocuk yetişkin yaşa gelip evlendiğinden eşine bağlanmakta sıkıntı yaşar. “Ya bir gün beni terk ederse, ya beni aldatırsa” endişesi taşır. Kıskançlık: Azı Yarar Çoğu Zarar Bir Duygu Güvensizlikten kaynaklanmayan, eşini sevmekten, ona değer vermekten ve kem gözlerden korumaktan kaynaklanan hafif bir kıskançlık normaldir. Eşleri birbirine bağlar. Hz. Ayşe anamız bile vefat eden Hz. Hatice annemizi kıskanmış. Zararlı olan güvensizlikten, hayali aldatılma korkularından kaynaklanan; gerçeklere ve somut olaylara dayanmayan kıskançlıktır. Buna marazi (hastalıklı) kıskançlık diyoruz. Güvenin olmadığı yerde şüphe ve kıskançlık dikenleri boy gösterir. Kendine güveni olmayan erkek veya kadın eşine de güven duyamaz. Basit bir davranışı, küçük bir tartışmayı “eşim beni artık eskisi kadar sevmiyor” şeklinde yorumlar. Kıskanılan eş, karşı tarafın kıskançlığını körükleyecek söz ve davranışlardan sakınmalı, şakasını dahi yapmamalıdır. Eğer kıskançlığın arkasında ilgi eksikliği varsa, çözümü kolaydır. Eşine daha çok zaman ayırarak, kısa süreli bir seyahate çıkarak, ona güler yüz göstererek, sevdiğini söyleyerek, hediyeler alarak tereddütler giderilebilir. Ancak bunu yaparken abartıya gitmemek gerekir. Abartıya gidildiğinde karşı tarafın kuşku duymasına, “bu ani değişiklik nerden çıktı, kabahatini örtmeye mi çalışıyor” şeklinde düşünmesine yol açabilir. Bir kadının kocasının başka bir kadına bakmasından rahatsız olması ve onu kıskanması gayet doğaldır. Doğal olmayan eşine bu yüzden surat asması, cezalandırmaya kalkması, yatağını ayırması ve seksten mahrum etmesidir. Kıskançlığın dozunu böylece kaçıran bir kadın erkeğinin elinden kaydığını görecektir. Akıllı kadın eşine karşı güzel görünmek için bakımına, süsüne, giyimine, kuşamına daha çok dikkat eder; cinsel açıdan daha çekici davranır. Haberlerde her gün inayetle biten marazi (hastalıklı) kıskançlık vakaları duyuyoruz. Hapishaneler basit dedikodular yüzünden eşini öldüren, çocuklarını hem anasız hem babasız bırakan erkeklerle doludur. Bu yüzden evlilik öncesinde gençler eş seçimi yaparken çok dikkatli olmalı, eş adayını ve ailesini iyice tanımadan karar vermemelidir. “Evlenince düzelir, eşine ve evine bağlanır” iyi niyeti çoğu zaman gerçekleşmez. Çünkü kişiliklerin değişmesi kolay değildir. Büyük çaba ve çoğu zaman da psikolojik tedavi gerektirir.
YORUM EKLE