banner306

Ülkemizde ve Dünyada Şiddet ve Terör Artıyor mu?

Dünyada ve özellikle ülkemizde son terör olayları insanlarda güven duygusunu zedelemekte, geleceğe dair karamsar hisler uyandırmaktadır. Terör, şiddetin en kötü ve acımasız şeklidir. Devleti güçsüz göstermek ve insanlarda korku uyandırmak için kadın, çocuk, yaşlı, suçlu, suçsuz ayırımı yapmadan kalabalıkların içine canlı bombaları sürerek onlarca insanın ölümüne yol açan terör örgütleri yazılı ve görsel medyada günlerce haber konusu olmaktadır. Terör örgütlerinin amacı da budur: Kendisinden söz ettirmek.

 

Devletimiz, patlamanın yaşandığı bölgeyi çadırlarla örterek, görüntü alınmasını ve yayınlanmasını yasaklayarak terör örgütünün planını bozmaktadır. Ancak devletin çabası yeterli değildir, basın da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

 “Şiddet” dendiğinde çoğu insanın aklına ilk anda “silahlı saldırı, dayak ve işkence” gelmektedir. Gerçekte, şiddetin pek çok çeşidi vardır. Bir insanın başka bir insanı tehdit etmesi, korkutması, aşağılaması, devamlı eleştirmesi, suçlaması, harçlıksız ve aç bırakması, cinsel tacizde bulunması, küfretmesi, alay etmesi de şiddettir. Üzerinde ayrıca durmamız gereken, dikta rejimlerinde sıkça görülen önemli bir şiddet çeşidi daha var: İnsanları dini inancından, fikirlerinden, siyasi görüşünden ve kılık kıyafetinden dolayı “öteki” olarak dışlamak, değişmeye zorlamak, özgürlüklerini kısıtlamak, kamu haklarından mahrum etmek.

 

Televizyondan izlediğimiz haberlerde, filmlerde ve programlarda bolca şiddet sahnesiyle karşılaşıyor; kimi zaman içimizden kimi zaman sesli olarak: “Ne olacak bu memleketin hali? İnsanlar neden bu kadar acımasız oldu?” diyoruz. Ya da konuyu daha da genelleştirerek; “Ne olacak bu dünyanın hali? Her yerde şiddet, her yerde terör, kan ve zulüm!” diyoruz. Acaba gerçekte ülkemizde ve dünyada şiddet arttı mı; yoksa görsel medyanın bize izlettiği şiddet sahnelerinden etkilenerek mi böyle düşünüyoruz?

 

Şiddet Kültürünün Yerleşmesinde Ailenin Rolü

Şiddet bir anlamda öğrenilen bir davranıştır. Babasının annesini dövdüğünü, ona hakaret ettiğini, aşağıladığını gören bir erkek çocuğu, yetişkin çağa gelip evlendiğinde eşine karşı güç uygulamaya yatkın olacaktır. Eşiyle bir çatışma yaşadığında babasından gördüğü gibi güç yoluyla çözmeyi deneyecektir. 

 

Ailede şiddet uygulayan kişi genellikle babadır. Neden çünkü o diğer aile üyelerinden daha güçlüdür. Bir koca neden karısına şiddet uygular çünkü hem fizik hem ekonomik yönden ondan daha güçlüdür. Karısını döven bir adam şöyle diyordu: “Biz babadan böyle gördük. Kadın dediğin kocasına itaat edecek, sözünden dışarı çıkmayacak, karşı gelmeyecek.”

 

Çocuğunu döven bir baba da kendisini şöyle savunuyordu: “Kızını dövmeyen dizini döver. Ben onun iyiliği için dövüyorum.” Dayağın ve şiddet kültürünün yaşandığı ailelerde büyüyen çocuklar, sokakta veya okulda arkadaşlarıyla bir anlaşmazlığa düştüklerinde, güç yoluyla çözmeye çalışacaklardır. Bu çocuklar büyüyüp mevki ve makam sahibi olduklarında yönetimi altındaki insanlara da şiddet uygulamaya meyilli olacaklardır. 

 

Ailede ve toplumda dinlemesini bilen insanların sayısı çok azdır. Ekseri ailelerde ve sosyal kurumlarda diyalog yerine monolog vardır. Ailede anne baba konuşur çocuklar dinler, iş yerinde patron konuşur işçiler dinler, resmi dairede müdür konuşur memurlar dinler, orduda komutan konuşur erler dinler, sınıfta öğretmen konuşur öğrenci dinler. Sözün kısası büyükler konuşur, küçükler dinler. Küçüklerin cevap vermesi, söze karışması ayıp sayılır. Bu yüzden büyüklerimizin çoğunda dinleme alışkanlığı yoktur.

 

Karşımızdaki insanı dinlediğimizde görüşlerimizi tekrar gözden geçirme gereği duyarız. Onun neden böyle davrandığını veya neden böyle düşündüğünü anlamaya çalışırız. Bazen onun hakkında yanıldığımızı fark eder, ona hak verir, ona karşı daha sıcak duygular beslemeye başlarız. Büyükler neden küçükleri dinlemezler? Onlara hak vermekte korktukları için. Birine hak vermek, haklılığını kabul etmek, yanıldığını kabul etmek demektir. Aslında yanıldığını kabul etmek büyüklüktür. Ancak bu büyüklüğü gösterecek büyüklerin sayısı çok azdır.

 

Dinlemekten ve Değişmekten Korkanlar

Her şeyi doğru bildiğini zanneden insanlar karşısındaki insanı dinlemezler. Dinlemeyi değil, konuşmayı severler. Dinleseler bile, anlamak için dinlemezler. Onlara göre bir şey ya doğrudur ya da yanlıştır. Kendi bildiği doğru olduğuna göre karşısındaki insan da onu dinlemek ve doğruluğunu kabul etmek zorundadır. Her şeyi bildiğini zanneden insanlar değişmekten korkarlar.

 

Ailede ve toplumda değişime kapalı “bağnaz” insanlar şiddete yatkın kimselerdir. Tarihe mal olmuş diktatörlerin, zâlimlerin ve yöneticilerin ortak özelliği tartışmaya kapalı olmalarıdır. Baskı rejimlerinde diktatörün veya dikta sınıfının özelliklerini belirlediği bir insan (vatandaş) tipi vardır. Bu tipe uyan insanlar normal, diğerleri anormaldir. Tek tip insanın amaçlandığı dikta rejimlerinde yeni buluşlar ve medeni gelişmeler olmaz.

 

Ruh sağlığı yerinde bir insan hemcinsine zulmetmekten hoşlanmaz. Zulme uğrayan birini gördüğünde vicdanı sızlar. Bu sebeple şiddet uygulayan insanlar bunu zulüm için yaptıklarını kabul etmezler. İşgal ettiği makamlarda siyasi, hukuki ve maddi nüfuzunu kullanarak insanları baskı altında tutan ve kendilerine itaat ettirmek zorunda bırakan güç sahipleri vicdanlarını rahatlatmak için “idealize etme” adını verdiğimiz savunma mekanizmasını kullanır, kendilerini haklı gösterecek bahaneler ileri sürerler.

 

Dini inancından dolayı baş örtüsü taktığı için “öteki” olarak nitelendirilen, üniversite kapısından içeri alınmayan kız çocukları karda, kışta, yağmur altında içeri alınmalarını beklerken; bu emri veren dekan makam odasından onları izlerken vicdanı sızlamamaktadır. Niçin böyle davrandığı, neden öğrencileri arasında ayırım yaptığı sorulduğunda türban takanların gerici olduklarını, laik düzeni yıkmak istediklerini ileri sürecek, başlarını açıp laik düzene uyum sağlamadıkları sürece üniversite kapısının kendilerine kapalı olacağını söyleyecektir. “Derin devlet” olarak isimlendirilen güç odakları aynı gerekçelerle İmam Hatip Liselerinden mezun olan öğrencilerin İlahiyat Fakültesi dışındaki üniversitelere girmelerini engellemektedirler.

 

 Çözüm Yine Ailede

Anne baba okulunda ders verirken diyorum ki: “Eğer bu ülkede baskı, zulüm ve adaletsizlik varsa bunun sorumlusu ailelerdir. Çünkü zulme boyun eğen bu insanlar uzaydan gelmiyor; ailede yetişiyor.” Anne babalar ilk anda bu sözlerimi çok yadırgıyorlar. Konuya ısındırmak (warm up) için onlara Amerika’da master yaparken sosyoloji hocamızdan duyduğum bir anekdotu anlatıyorum. Şöyle ki: Hocamız ırk ayırımından bahsederken bir ara zenciler için, farkında olmadan, “siyah köleler” (black slaves) dedi. Ben kalktım: “Hocam, dedim, yasal olarak zencilerle beyazlar eşit haklara sahip, neden onlara siyah köleler diyorsunuz?”

 

Hoca güldü: “Haklısın,” dedi. “Kanun önünde eşit olabiliriz, ama şuur altımızda bu ayırım devam ediyor. Bir zamanlar kapımızda köle olan insanlarla aynı sofraya oturmak, onlar için de bizim için de, çok zor. Bunu siz yaşamadığınız için anlayamazsınız. Size dedemden dinlediğim bir hikayeyi anlatayım, o zaman belki bana hak verirsiniz: Dedemin babasının büyük bir çiftliği ve yüzlerce kölesi varmış. Uysal, kibar ve yaşlı köleleri ev işlerinde çalıştırıyormuş. Ölmeden önce dedeme vasiyet etmiş. Demiş ki: Filanca ev kölesinin bende çok emeği var. Ben ölünce hürriyetini bağışla, azatlık belgesi ile birlikte biraz da para ver. Babası ölünce dedem vasiyetini yerine getirmek için kölenin hürriyetini bağışlıyor, eline azatlık belgesi ile birlikte bir miktar para verip “serbestsin, dilediğin yere gidebilirsin” diyor. Köle çok üzülüyor: “Efendim öldüğü için beni kovuyorsun ha!” diyor. Ağlayarak komşu çiftliğin sahibine gidiyor. Eski efendim ölünce yeni efendi beni kovdu. Ne olursun, sen benim efendim ol, beni kapına kabul et, elimden her türlü ev işi gelir” diyor. Hürriyeti yaşamadığı için hürriyetin kıymetini bilemiyor.” Hoca bu anekdotu anlattıktan sonra: “Umarım bu dil sürçmesinden dolayı beni bağışlarsınız,” dedi.

 

Anne babalar uysal, her şeye boyun eğen; hiç sözlerinden dışarı çıkmayan çocuklarından övgüyle bahsederler. Yaramazlık yapan, söz dinlemeyen, inatçılık eden, duygularını (sevincini ve kızgınlığını) açıkça dile getiren çocuklarından yakınır; onları uslandırmak ve kendilerine itaat ettirmek için baskı uygularlar.

 

Çocuklarının kendilerini dinlemediğinden yakınan anne babalar onlara dinleme konusunda iyi örnek olmamışlar demektir. Çocuklar dinlemesini aile büyüklerinden öğrenirler. Eğer aile büyükleri çocukları dinliyor, onların sevincini ve acısını paylaşıyor, duygularını açıkça dile getirmesine izin veriyor ise; çocuklar da büyükleri dinleyeceklerdir. Çocukları adam yerine koyup kuralların sebebi açıklandığında, onlara kendilerini savunma hakkı verildiğinde, denemelerine fırsat verildiğinde kurallara uymasını ve itaat etmesini öğreneceklerdir.

 

Anne babanın koyduğu kurallara tartışmasız uyan, haksızlığa uğrasa bile sesini çıkarmayan, baskıya boyun eğen çocuklar “köle zihinli” çocuklardır. Kendi başlarına bir şeye karar veremez, sorumluluk ve risk almaktan korkarlar. Onun için anne babalara:“Hiç ‘hayır!’ demeyen çocukta hayır yoktur” diyorum. Çünkü size “hayır” diyemeyen köle zihinli bir çocuk, kendisinden daha güçlü çocukların güdümüne kolayca girebilecek; onların uygunsuz ve suça iten isteklerine “hayır!” diyemeyecektir.  Bu köle zihinli çocuklar büyüdüklerinde kendilerine emir verecek efendiler arayacaklar, baskı ve şiddete boyun eğeceklerdir.

 

Bugünün çocukları yarının yöneticileri olacaklar. Çocuklarımızı köle ruhlu yetiştirmeyelim. Onları adam yerine koyalım. Duygularını rahatça ifade etmelerine izin verelim. Topluma kendilerine güvenleri olan, sorumluluk almaktan korkmayan, haklarını savunan, inançlı, ruh sağlıkları yerinde insanlar kazandıralım.
YORUM EKLE

banner304