Ahde Vefâ

 Mehmet Akif merhum, kızının nikâh akdine çok sevdiği ahbabından olan Bosna’lı Ali Şevki Efendi’yi davet etmişti. Yaşlı hoca efendi bu davete biraz geç geldi ve gecikme sebebi olarak da, Vefâ Yokuşu’ndan çıktığını söyledi. Merhum Akif’de  bu yerinde mazereti, yerine bir hakikatle mezcederek mütebessim ve manidar bir şekilde şöyle dedi :

“Hangi  Vefâ Yokuşu’ndan bahsediyorsun hoca efendi? Nesl-i hâzır (şimdiki nesil) o yokuşu çoktan düzledi…”

Akif’in hüzünle dile getirdiği ve adeta “âh vefâ”  dercesine ifade ettiği gerçek, insanoğlunun en çok muhtaç olduğu vazgeçilmez bir haslettir.

Bugün, insanlar izleri silinmiş iyilikleri hatırına bile getirmemekte, ne yazık ki “vefâ” kelimesi İstanbul’da bir semt adı olarak kalmış bulunmaktadır.

Vefâ; İyilik yapanı unutmamak, gördüğümüz fedakarlıkları hafızamızdan gönlümüzden çıkarmamaktır. Vefâsızlık insani ilişkilere zarar verdiği gibi dostlukları da bitirmektedir. Dostlarımıza dostluklarımıza sahip çıkmamız gerekiyor.

Ahde vefâ duygusu dostlukları yaşatan bir gıda gibidir.  Günümüzde ne kadar ihtiyacımız var bu gıdaya bilmiyorum?  Keşke trafik levhaları gibi vefâyı hatırlatacak levhalarımız olsa… Hemen gitsek eczaneye bu gıdadan alsak ne iyi olurdu diye düşünüyorum. Bir müslümanın dünyasında vefâsızlık asla olmamalıdır.

Hepimiz bir geminin içinde ahiret yolculuğuna çıkmış bulunmaktayız. Niçin üç günlük dünyada vefasızlık göstererek kalp kırıyoruz.

Hz. Mevlâna, kalp kırma konusunda bakın ne diyor ;

“Kâbe, Azeroğlu İbrahim’in binasıdır. Gönül ise, Celîl ve Ekber olan Allah’ın nazargahıdır.”

“Eğer sende basiret varsa, gönül Kâbe’sini tavaf et!. Topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin asıl manası gönüldür.”

“Cenâb-ı Hakk, görünen, bilinen sûret Kâbe’sini tavaf etmeyi, kirlilikten temizlenmiş, arınmış bir gönül Kâbe’si elde edesin diye sana farz kılmıştır.”

“Şunu iyi bil ki, sen Allah’ın nazargahı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe’ye yaya olarak gitsen, kazandığın sevâb, gönül kırmanın günâhını dengeleyemez..”

“Sen varını, yoğunu, malını, mülkünü ver de bir gönül yap!.. Yap da o gönül, mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin…”

Bir kere daha gönül dünyamızı yoklayalım.

 

ÇELEBİ SULTAN MEHMED

5. Osmanlı padişahıdır. O ince siyaseti yanında son derece merhamet ve şefkat sahibiydi. Ekseriya afv yolunu tutardı. Kendisi Edirne’de iken Bursa’ya girip yağma yapan, camileri yıkan ve hatta merhum babası Yıldırım’ın kabrini açıp kemiklerini yaktıran Karamanoğlu’nu esir edince, Müslüman kanı dökmek istemediğinden ve yüksek merhametinden dolayı;

“Ey Karamanoğlu! Ben seni neyleyeyim?” dedi.

Karamanoğlu’da:

“Bâkî ferman sultanımındır.” Dedi.

Bunun üzerine Çelebi Mehmed:

“Gel, bir daha müslümanlara zarar vermeyeceğine dair yemin eyle!” dedi.

Karamanoğlu elini göğsüne bastırarak:

“Bu can, bu tende kaldıkça, Osmanlı’ya sadakat ve itaattan ayrılmayacağım!..” dedi.

Sultan, bu sözlerinden sonra ona beyliğini yeniden bağışladı. Ancak Karamanoğlu, daha Sultan’ın huzurundan çıkar çıkmaz, içeri girerken yemin hilesi için koynunda saklamış olduğu bir güvercini çıkarıp kafasını kopardı. Sonra da etrafındakilere:

“Ben bu güvercin üzerine yemin etmiştim. Artık o öldüğüne göre ettiğim yeminin bir hükmü kalmamıştır…” deyip dini, sahtekarlığına alet ederek eski düşmanlığına devam etti.

Gerçekten kuruluşundan itibaren yüzü batıya dönük olan Osmanlılar’ın Anadolu’ya karşı takip ettikleri siyaset, arkalarını emniyete almaktan öteye geçmemiştir.

 

YORUM EKLE