ASLAN DAYIM 15.BÖLÜM

 15.BÖLÜM 

 
Deneme sınavındaki başarı sayesinde veli toplantısı oldukça neşeli geçmişti. Toplantı sonunda bir veli, Aslan’ın yanına geldi. Yanında öğrencilerden Selim vardı. İlçe çapında ilklere girmese de 80 aldığı için annesi çok sevinçliydi

—Oğlum ilk defa böyle bir sınavda başarılı oldu. Az önce sordum, siz geldikten sonra çalışmaya başlamış, öyle diyor. Alın öğretmen bey, eti sizin kemiği bizim. Yaramazlıklarıyla da, tembelliğiyle de bıktırırdı bizi. İsterseniz iyice dövün adam edin.

—Pardon yanlış geldiniz sanırım. Ben öğretmenim, bana emanet edilen çocukların eğitim ve öğretiminden sorumluyum. Dövme işini bana yakıştırmanıza da, çocuğunuza yakıştırmanıza da çok üzüldüm.

—Daha ne istiyorsunuz ki öğretmen bey, döverseniz hiç şikâyetçi olmayacağız, diyorum

—Eğitimi dövmekle bir görüyorsanız, ilerde boks salonu var, siz oraya gidin. Hem çocuğunuza iyi davranmayı öğrenmek için sizin de dövülmeniz gerekiyor sanırım.

—Ne biçim konuşuyorsunuz benimle.

—Hak ettiğiniz biçimde konuşuyorum. Bu çocuğun kolundaki morluklar ne! Bana bakın, bundan sonra çocuğunuzu dövdüğünüzü duyarsam sizi şikâyet edeceğimi biliniz.

Aslan, Selim’in saçlarını okşadıktan sonra hızla geri dönüp uzaklaştı. Onlara kenardan bakan Can, kendisini öğretmenliğe iyice kaptırmış olan dayısına hüzünle baktı. Dayısı, çocuklarla hep şakalaşır, neşelendirmek için elinden geleni yapardı. Çocukların acı çekmesine, ağlamasına Aslan dayısının, hiç dayanamadığını çok iyi biliyordu.

***                        ***                        ***                        ***

Ertesi gün derste Aslan, Dursun’un yanına gitti. Çocukları severken ya saçını okşuyor ya da şakalaşmak için saçlarını elleriyle dağıtıyordu. Dursun’un da saçlarını dağıttıktan sonra;

—Deneme sınavında en düşük notu sen almışsın.

—Ben almasam birisi alacaktı.

—Vay kerataya bak, bir de hazır cevap.

—Dünden hazırladım.

—Ha… bu soru bana nasıl olsa sorulur diye…

Dursun gülümsedi.

—Evet öğretmenim.

—Ben sınıf birincilerini sevmediğim gibi sonuncularını da sevmem.

—Olsun öğretmenim, biz yine de sizi severiz.

—Şuna bak! Dursuuun! Sadece esprilere çalışıyorsun galiba. Bunlar seni kurtarmaz. Toparla kendini artık. Bak benim yaptığım sınavda da sınıf sonuncusu olmuşsun.

—Yani istikrarlı mıyım öğretmenim!

—Yoo… Dursun, şaka bir yana kadar. Sizin başarısızlığınız beni üzüyor. Gündüz uyku tutmuyor, öğün arası yemek yiyemiyorum yahu… Sana notunu yükseltmek için bir şans daha veriyorum. Çıkar kağıdı, kendine iki soru sor, yazdığın soruların da cevaplarını yaz.

—İki mi?

—Evet, çok mu geldi! Bana bak! Seni severim, kendine zor soru sorma.

—Ama öğretmenim, ben kendimi sevmem.

Aslan, tekrar sevgiyle saçlarını okşadı;

—Bu edebiyat bilginle düşük not almak zor değil mi? Nasıl başarıyorsun, çözemedim.

Dursun;

—Ben zor işlerin adamıyım öğretmenim.

—Sus da sınavına otur kerata.

Dursun oturdu, yazmaya başladı. Aslan, birkaç çocuğu daha sevdi, şakalaştı. Sonra öğretmen masasına gitti. Yerine oturmadan Dursun yanına gelmişti. Aslan;

—Ne oldu Dursun, bir şey mi soracaksın?

—Sınav kağıdını getirdim?

—Bu kadar çabuk ha! Bakalım bir neler yapmışsın?

Aslan kağıda baktığında şaşırıp kalmıştı;

— Sorulara bak! Vay uyanık Dursun. Soru bir; “Milli Eğitim bakanı kimdir?” Cevap; “Hüseyin Çelik”. Soru 2; “Hüseyin Çelik kimdir?” Cevap; “Milli Eğitim bakanı”

—Yanlış mı öğretmenim?

—Maalesef doğru. ‘Soruları kendin hazırla’ dedim ama ne kadar tembel olduğunu unutmuşum. Eh… başta söylediğim kurallar geçerli olduğundan, tam puan vereceğim çaresiz.

Diğer öğrencilere dönerek devam etti;

-Aslında Dursun’a kızmak da içimden gelmiyor. Ben de pek iyi not alamazdım, babam kızardı. Fakat iyi not alsam da pek takdirini göremezdim. 7 alsam “Niye 8 değil”, 8 alsam “Niye 9 değil” derdi. Bir gün eve geldim, o gün notların okunacağını bildiğinden hemen matematik notunu sordu; “9” dedim, “niye 10 değil” dedi, “Baba yanlış söylemişim 10 aldım “ dedim. Önce ters ters yüzüme baktı. Öyle ki, “Niye 11 değil” diye kızacağını sandım. Kızacak bir şey bulamayınca, durdu durdu  “10 aldım diye hava mı atıyorsun serseri” demesin mi!

Teneffüs zili çalınca, Aslan Ayşe öğretmeni görme ümidiyle hemen öğretmenler odasına gitti. Fakat öğretmenler arasında Ayşe hanımı göremedi. O esnada heyecanlı bir konuşma vardı. İdris öğretmen Aslan’a dönerek;

—Aslan bey, sizin de haberiniz vardır sanırım, yanında bakanlıktan bürokratlarla filan yarın bakan gelecekmiş.

—Bakan geliyor diye mi bu telaş.

—Ne o önemsemiyor gibisiniz. Bakanı arkadaşınız mı yoksa, tanıyor musunuz?

Aslan, İdris beyin konuşmasına kızınca, bir an boş bulundu;

—Yakından tanırım.

Aslan odadan çıkarken, İdris bey arkasından şaşkınlık içinde bakakalmıştı.

***                        ***                        ***                        ***

Ertesi sabah, öğretmenler odasındayken, İdris bey heyecanla dışarıyı gösterdi;

—İşte geldiler.

Aslan merakla pencereye yaklaştı;

—Hımm hangisi bakan bunlardan.

İdris bey şaşkınlıkla baktı,

—Tanımıyor musun? Hani bakanla tanışıyordunuz.

—Bana kelime oyunu yapmayın İdris bey.

—Ben mi kelime oyunu yapıyorum.

—Tabi ki. Ben sözümü hatırlıyorum, “Tanışıyoruz” demedim, “Yakından tanırım” dedim.

—Evet doğru ama aynı şey değil mi? Şimdi de “Hangisi bakan?” diye bana soruyorsunuz.

—İdris bey, İdris bey söyledim ya “Ben bakanı yakından tanırım” dedim. Bakın henüz uzaktalar. Gazetede resmini gördüm, yaklaşsın mutlak tanırım.

Aslan arkasındakilerin şaşkın bakışları arasında, “Allah Allah! Ya…” diye söylenerek öğretmenler odasından dışarı çıktı.

***                        ***                        ***                        ***

Sınıfa vardığında iki öğrencisinin kavga ettiğini gördü. Öğretmenin geldiğini görünce, telaşla sıralarına koştular. Aslan sesine öfke katarak;

—Ne oluyor burada?

Öğrencilerden birisi atıldı;

—Tartışıyorlardı, sonra kavgaya başladılar.

—Tartışıyorlar mıydı!  Doğru ya, biri Aristo diğeri Descartes çünkü.

Dursun;

—Yok öğretmenim, Celal’le Tarık tartışıyordu.

Aslan Dursun’un yanına gitti gülümseyerek;

—Bana bak Dursun, dalga mı geçiyorsun. Aristo ile Descartes’in bu sınıfta olmadığını ben de biliyorum. Celal, Tarık siz de medenileştiğinizi göstermek için bir daha ki teneffüs birbirinizin ellerini hiç bırakmadan, sesinizi yükseltmeden meselenizi konuşun, tartışın. Teneffüs bitmeden sorununuzu halletmezseniz, bu kez ellerinizi birbirine bağlayacağım, akşama kadar devam edecek.

—Ama öğretmenim, diğer öğretmenlerimizin dersine öyle girersek kızarlar.

—Eveeet… ortaya çıkacak sorunları düşündükçe, medenice çözümler bulacağınıza inanmaya başladım. Bulamazsanız da diğer öğretmenlere açıklarsınız, “Biz medenice konuşup, anlaşmayı öğrenemedik de o nedenle bağlıyız” diye.

Teneffüs bitmeden iki öğrenci barışmıştı bile.

—Eveet… Barıştığınıza göre, size ödül. Gidip hademe amcanızdan tahta kalemi isteyin. Benim kalem bitmiş, yazmıyor.

—Ama öğretmenim bu ödül mü?

—Beğenmediyseniz, sınıfı paspasla temizleme ödülünü vereyim.

İki öğrenci koşar adım çıktı. Az sonra hademe elinde iki tahta kalemiyle geldi. Aslan,

—Sağ olasın.

—Bir şey değil Aslan Bey.

Hademe çıkınca, Aslan öğrencilere döndü.

—Çocuklar, biliyorsunuz ki, siz akşam çıktığınızda sınıfı paspasla temizleyen, sabah siz gelmeden erken saatte sıralarınızın tozunu silen bir amcanızdı az önce çıkan. Dikkatinizi çekmek, saygınızı hak etmek için illa pahalı elbiseler giymesi gerekmez, değil mi? Daha önce bir kitapta okumuştum, şimdi de ben size soruyorum. Hademe amcanızın ismini bilenler parmağını kaldırsın.

Sınıftan 2 parmak kalktı.

—Evet, bilen iki arkadaş var onlar söylemesin. Diğerlerine ödev, yarına kadar hademe amcanızın ismini öğrenip geleceksiniz. Kendisi ayrıca kaliteli espriden –Yani benim esprilerimden- anlayıp geç de olsa güldüğü gibi,  kendiside süper cümleler kullanabilmektedir. Mesela geçen hafta Çarşamba, sular kesikti ama yağmur yağıyordu ya. Müdür bey ona, “Akan yerleri tespit et de, ona göre tamirat için ödenek isteyelim” demişti. Okulun en üst katına gitti, dönerken rastlayınca sordum ‘Nereler akıyormuş’ diye,. O da gülümseyerek; “Ne deyim ki Aslan bey, musluklar hariç her yer akıyor.”

Teneffüs zili çaldı, çıktılar. Çocuklar, ertesi güne kalmadan, teneffüste hademenin adının ‘Adem’ olduğunu öğrenmişti bile. Aslan, derse girdiğinde sevinçle ismi söylediler. Tam o anda ismi bağırılan Adem Bey içeri girmiş, şaşırmıştı. Aslan;

—İyi insan da lafının üstüne gelirmiş. Buyur Adem Bey.

Adem bey biraz çekinerek söyledi;

—Müdür bey sizi çağırıyordu, acilmiş.

Aslan, şaka yaptığını belli eder halde;

—Off… ya , yine mi borç para isteyecek.

Aslan, Adem’in hemen arkasındaki İdris öğretmeni fark etti. Aslan çıkarken, İdris öğretmen, son söylediği şakayı duyup kızdığını belli eder şekilde ters bakarak, selam vermeden sınıfa girdi. Aslan, Adem’in konuşmasından da, İdris öğretmenin tavırlarından da huzursuz olmuştu. Merak içinde müdürün odasına girdi. Oda da, kaşları çatık oturan tanımadığı biri daha vardı.

—Buyurun müdür bey.

Müdür öfkeyle konuştu;

—Kendinizi tanıtıp, misafirimizle tanışmanızı istiyorum.

—Kendimi tanıtayım? Pekâlâ, ben Türkçe öğretmeni Aslan.

Çatık kaşlı misafir de ayağa kalktı ama elini uzatmadan konuştu;

—Ben de Türkçe öğretmeni Aslan.

Aslan’ın yüzü kıpkırmızı oldu. Bunun bir gün olacağını biliyordu ama yine de hazırlıksız yakalanmıştı. Oysa öğretmenliği benimsemiş, çocukları çok sevmiş, alışmıştı. Aslan, artık öğretmenlik yapamayacağını, belki de öğrencileri göremeyeceğini düşünerek sendeledi. O esnada müdürün bağırıp—çağırdığını hayal meyal fark ediyor ama cümleleri anlayamıyordu.

 

***                        ***                        ***                        ***

         İdris beyin cümlesiyle daldığı dünyadan uyandı. Sakin görünmeye çalıştı. İdris kızgınlıkla söyleniyordu;

—Hepimizi kandırdınız.

—Niye canım, kimseye ‘Ben bir öğretmenim” demedim ki. Müdür bey, “İsminiz Aslan mı?” dedi, ben de “Evet” dedim. “Sayenizde Türkçe dersleri boş geçmeyecek, sağ olun” dedi. Ben de kırmadım kendisini, girdim derslere. Bunun neresinde yalan. Hem ben derslere girmesem boş geçecekti.

Müdür, çenesini tutarak,

—Şey… aslındaaaaa… Söyledikleri doğru. Tam böyle, anlattığı gibi oldu. Suçlamaya hakkımız yok.

İdris bey atıldı,

—“Bakanı yakından tanırım” dedi.

—Söyledim ya, yaklaşınca tanıdım yahu. Şimdi getirin bakanı buraya, yine yakından tanırım.
               




---- DEVAMI VAR ---

YORUM EKLE