Bir çocuk nasıl Fatih oldu?

Her sene İstanbul’un fetih yıldönümünde yazılı ve görsel medya hep Sultan Fatih’ten bahsediyor. Genç yaşta tahta çıkışını, yaptığı fetih hazırlıklarını, döktürdüğü ağır topları, karadan yürüttüğü gemileri anlatıyorlar. Bunlar elbette göğsümüzü kabartan bilgiler. Ancak çocuklarımızın kendilerine örnek alacakları, ona benzemeye çalışacakları, annesinin ve lala paşaların elinde yetişen, sıkı bir disiplinden ve eğitimden geçen küçük Fatih’ten pek bahsedilmiyor.


Psikoloji araştırmaları, kişiliğin temelinin çocuklukta atıldığını, bir çocuk altı yaşına geldiğinde kişiliğinin büyük çapta şekillenmiş olduğunu, güvenli veya güvensiz bir kişilik kazandığını gösteriyor. Küçük Fatih’in özgüveni yüksek bir çocuk olduğunda şüphe yok. Çünkü ancak öz güveni yüksek bir çocuk on iki yaşında tahta çıkacak ve yaşlı paşalara emir verecek kadar kendinden emin olabilir. O halde, Fatih’i gerçek anlamda tanıyabilmemiz ve çocuklarımıza örnek gösterebilmemiz için çocukluğunu araştırmamız gerekiyor.


Tarihe geçmiş büyük liderlerin, bilim adamlarının, mucitlerin ve sanatkarların çocukluk hayatları incelendiğinde bazı ortak özelliklere sahip oldukları görülmektedir. “Hareketli, yaramaz, cesur, oyuna düşkün, hayalci, otoriteye boyun eğmeyen” şeklinde sıralayabileceğimiz bu özellikler Fatih’te fazlasıyla vardı. Yaramazlıkları bazen hocalarını çileden çıkaracak dereceye varıyordu.


Fatih, 30 Mart 1432 yılında, Edirne’de dünyaya geldi. Annesi Kastamonu-Sinop Beyi İsfendiyaroğlu İbrahim Bey’in kızı Hatice Halime Hüma Hatun’dur. Fatih’i doğurduğunda henüz 15 yaşında idi. Doğduktan sonra bakımını Daya Hatun adında bir bayan yaptı. II. Murat’ın 6 oğlundan dördüncüsüdür. Çok yaramaz olduğu, hocalarının bir şeyler öğretme çabalarını boşa çıkardığı için babasından çok azar işitmiş; fakat yine yaramazlıktan geri durmamıştır. Büyük kardeşleri daha uysal olduğu için II. Murat onları örnek gösterir, onlar gibi olmasını öğütlerdi. Fatih bu yönüyle dedesi Osman Gazi’ye çok benzer. O da küçüklüğünde yaramaz bir çocukmuş. Babası Ertuğrul Bey, ağabeylerini över, Osman’a kızar, “Bu çocuk adam olmayacak!” dermiş.


“Peder Ne Der Kader Ne Der”


Hacı Bayramı Veli kendisini çekemeyenler tarafından bazı aslı olmayan sebeplerle Sultan II. Murat’a şikayet edilir. Sultan Murat, işin aslını öğrenmek için, onu Ankara’dan Edirne’ye getirtir. Sultan II. Murat, kısa zamanda, şikayetin aslı olmadığını, Hacı Bayram velinin keramet sahibi büyük bir insan olduğunu anlar. II. Murat bir gün Hacı Bayram veliye, İstanbul’u almak istediğini, büyük babası Yıldırım Bayezit, amcası Musa Çelebi ve kendisinin şehri muhasara etmelerine rağmen alamadıklarını ve Avrupa’nın kapısını açacak olan bu şehrin Osmanlının geleceği için çok önemli olduğunu anlatır ve Hacı Bayram veliden manevi yardım ister. Hacı Bayram veli de gülümseyerek: “Beyim, bu şehri sen alamayacaksın. Ben de alındığını göremeyeceğim; ama beşikteki şu çocuk ile bizim köse (Akşemnsettin) alacaktır; emin olasın” der.


II. Murat yine bir gün yaramazlık yapan küçük Fatih’e kızar, “Ne yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz!” der. O sırada yanlarında olan Akşemseddin hazretleri gülümseyerek şöyle der: “Peder ne der, kader ne der...” Akşemseddin’in bu anlamlı sözü, II. Murat’a Hacı Bayramı Veli’nin bir zamanlar söylediği kerametli sözleri hatırlatır. Ondan sonra oğlu şehzade Mehmet’e her fırsatta: “Mehmet Konstantiniye’yi sen Akşemsettin ile birlikte alacaksın” der onu motive eder. Hacı Bayram velinin bu ferasetini gerek annesi gerekse kendisine öğretmenlik ve kılavuzluk yapan bütün lalalar ve paşalar Şehzade Mehmet’in bilinç altına fetih idealini yerleştirirler. Peygamberimizin “Er geç, bir gün Kostantiniye feth edilecektir. Onu fethedecek emir ne güzel, ne bahtiyar bir emirdir. Askerleri de ne bahtiyar askerlerdir” şeklindeki övgüsü de genç şehzade için güçlü bir motivasyon olmuş; hep bu övgüye mazhar olmayı hayal etmiştir.

          
  “İşime Karışmayın, Sizi de Cezalandırırım!”


Hocalarının küçük Fatih’le baş edememeleri üzerine babası sert mizaçlı ve otoriter kişiliği ile tanınan Molla Gürani’yi görevlendirir. Daha ilk dersinde içeriye elinde sopa ile giren Molla Gürani, yaramazlık yapan ve dersini dinlemeyen Fatih’e sopayı göstererek gür bir sesle: “Sözümü dinleme, verdiğim dersleri yapma da bak bu sopa ile seni nasıl yola getiriyorum!” der. Hocanın ciddi olduğunu gören Fatih ders saatlerinde fazla yaramazlık yapamaz. Baskıdan ve disiplinden fazla hoşlanmayan küçük Fatih Molla Gürani’yi babasına şikayet eder. O da: “Peki, ben gelip hocanla görüşürüm” der. Ancak, Fatih’ten habersiz, hoca ile görüştükten sonra ertesi gün ders yaptıkları odaya girer. Ders sırasında hoca küçük Fatih’e kızıp bağırınca II Murat niçin böyle sert davrandığını sorar. Molla Gürani aynı ses tonuyla Padişah’a bağırır: “Siz dışarıda padişahsınız, bense burada hocayım. Talebenin uyması gereken kurallar vardır. Mehmet de bu kurallara uymak zorundadır. İşime karışmayınız, yoksa sizi de cezalandırırım!” der. II. Murat oğluna döner: “Oğlum görüyorsun, hocan bana bile ceza verecek” der ve dersten ayrılır. Küçük Fatih, kaçış yolu olmadığını anlar, derslerine daha sıkı sarılır.


Bugün en küçük bir azara katlanamayan, öğretmenini anne babasına şikayet eden öğrencileri; okula gelip öğretmenlerle kavga eden anne babaları gördükçe insan içinden “ne günlere kaldık” diyor. Geçenlerde bir öğretmen arkadaş öğrencilerde disiplin kalmadığını, eğitimin gittikçe zorlaştığını, öğrencilere bağırmanın bile mesele yapıldığını, anne babaların gelip çocuğun yanında öğretmeni eleştirdiklerini anlatıyordu. Bir anne: “Arkadaşlarının önünde benim çocuğuma bağıramazsınız. Ben bile çocuğuma bağırmaya kıyamıyorum, siz ne hakla bağırır, arkadaşlarının yanında gururunu incitirsiniz!” diyormuş. Demek bu annenin çocuğu şehzade Fatih’ten daha kıymetli!...


Fatih’in çocukluk defterlerini inceleyen ve bu konuda bir makale yazan Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, bize çok ilginç bilgiler vermektedir. Küçük şehzadenin 8-10 yaşlarında aldığı notlar, yaptığı ödevler bugünün lise seviyesindedir. Çizdiği resimlerde gemiler, köprüler, savaş topları, cephane arabaları vardır. Birbirinden değerli hocalardan matematik, biyoloji ve fizik gibi fen bilimlerinin yanı sıra Kur’an, hadis, tefsir, edebiyat, güzel yazı ve yabancı dil dersleri de alan küçük Mehmet, o gün için geçerli olan doğu dillerinden Arapça ve Farça’ya ilaveten Latince, İtalyanca, Fransızca, Sırpça ve Slavca gibi Avrupa dillerini de öğrenmiştir.


Gençlik Çağının Ağır Tecrübeleri


Bilindiği üzere, gençlik çağı fırtınalı ve gelgitlerle dolu, kimlik arayışının ön planda olduğu bir dönemdir. Gelenekleri ve eskiyi sorgulama, otoriteye ve disipline direnme, yeni fikirler edinme, hayal kurma, yüksek idealler besleme bu dönemin karakteristik özellikleridir. Kimlik oluşumunda ailenin ve öğretmenlerin etkisi büyüktür. Ailenin ve çevrenin gençten beklentileri ile kendisinin kendisinden beklentileri (idealleri) örtüştüğü zaman genç kimlik edinmede fazla zorlanmaz.


Kimlik konusunda genç Mehmet’in çok avantajlı olduğunu görüyoruz. Bir bey kızı olan annesinden sevgi, şefkat ve yakın ilgi görmüş; Molla İlyas, Hocazade, Siraceddin Halebi, Molla Abdulkadir, Hasan Samsuni, Molla Hayreddin, Molla Gürani gibi devrin ileri gelen hocalarından ders almış; yüzme, ata binme, kılıç kullanma gibi spor ve savaş oyunlarında eğitilmiş, sıkı bir disiplinden geçmiş, “Şeyhim” dediği ve baba kadar kendisine yakın hissettiği Akşemseddin’den maneviyat dersleri almıştır. Ailesinin ve hocalarının ondan bekledikleri ile kendi hayalleri ve idealleri bire bir örtüşmektedir. Onun içindir ki daha on iki yaşında iken babası II. Murat tahta geçmesini teklif ettiğinde geri çevirmemiş; devleti yönetmek gibi ağır bir yükü omuzlamaktan çekinmemiştir. Genç Mehmet, babası ölmeden tahta çıkan ilk ve tek şehzadedir. 


Çocuk denecek yaşta genç bir padişahtan emir almak Veziriazam Çandarlı Halil Paşa’ya ağır gelir. II. Murat’ı bir süre daha tahtında kalması için ikna etmeye çalışır; ancak Murat Han kararlıdır. Fatih’in genç yaşlarda sorumluluk alıp tecrübe kazanmasını ister. Osmanlı tahtına tecrübesiz genç bir padişahın oturduğunu duyan Balkan devletleri Osmanlı topraklarına saldırmak için bir haçlı ordusu toplar. Haçlı ordusunun Osmanlı topraklarına girdiğini haber alan baş vezir Çandarlı, vezirleri toplar, bir karar alır. Kararda II. Murat’a tekrar tahta geçmesi ve ordunun başında düşmanı karşılaması teklif edilecektir.


Genç sultana bu karar bildirildiğinde tahttan indirilmeyi kendisine yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendirmiş; tahtta kendisi kalmak şartı ile babasının ordunun başına geçmesini kabul etmiştir. Ancak II. Murat genç padişahın onurunu düşünmekte, ordunun başına onun geçip savaşmasından yanadır. Babasının düşüncesi kendisine bildirilince Manisa’da ikamet eden II. Murat’a bir mektup yazar. Mektuptaki şu cümleler babasını ikna etmeye yeter: “Eğer saltanat taraf-ı saadetinizde ise mülkünüzü perişan etmek için harekete geçilmiştir. Meselenin önemini arz ve ihtar ediyorum. Eğer saltanat bu tarafta ise ordu başında bulunmanız hakkında padişah emri vardır. Lüzum-u itaati tebliğ ve ihbar eyliyorum.”


II. Murat, genç padişahın onurunu korumak ve paşaların itaatsizliğine yol açmamak için tahta geçmeyi kabul etmemiş; II. Mehmet’in Edirne’de sultan olarak kalması şartıyla ordunun başına geçmeyi kabul etmiştir. Ordunun başına geçip Varna Savaşı’nı kazanmış, Edirne’de birkaç gün dinlendikten sonra, Manisa’ya geri dönmüştür.


Haçlı ordusunun yenilmesi vezirler ve paşalar arasında genç padişahın tahtta kalma konusundaki anlaşmazlıkları bitmemiş, Çandarlı’nın II. Murat’ı tekrar padişah olarak görme isteği devam etmiştir. Nitekim el altından bir yeniçeri ayaklanmasını desteklemiş; II. Murat’ı tekrar tahta geçme konusunda ikna etmiş; böylece genç padişah tahttan inmek zorunda kalmıştır. II. Murat’ın isteği üzerine genç Fatih on dokuz yaşında tekrar tahta geçmiş, Zağanos ve Şihabeddin Paşaların da desteğini alarak Çandarlı’nın kendisine itaat etmesini sağlamıştır. Genç yaşlarda kazandığı bu ağır tecrübeler Fatih’in İstanbul’a alma idealini daha da güçlendirmiş; “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni alır” sözleriyle kararlılığını göstermiştir.


İstanbul daha önce Araplar, Avarlar ve Osmanlılar tarafından 6 kez kuşatılmış, ancak alınması mümkün olmamıştır. Deha, normal insanların imkânsız zannettiği bir işte mümkünü görebilme yeteneğidir. Gemilerin karada yüzebileceğini düşünmesi genç Mehmet’i Fatih yapmıştır. Bu milletin yeni Fatihler yetiştirebileceğine olan inancımızı koruyor ve bunu bekliyoruz. 

YORUM EKLE
YORUMLAR
Kadir Pehlivan
Kadir Pehlivan - 13 ay Önce

Yazarı, akıcı uslûbu ve konuya hakimiyetinden dolayı tebrik ederiz.
Allah'tan sağlık sıhhat afiyet ve kalemine kuvvet dileriz.