Bir yol hikâyesi...

 Çocukluğum ve gençliğim Kurşunlu’da geçti. O zamanlar 9-10 yaşlarında bir çocuktum. Oyun oynadığımız harmanın hemen yanından o güne kadar görmediğim devasa makineler büyük bir gürültüyle çalışıyordu. Arkadaşlarımızla oyun oynamayı bir yana bırakıp sesin geldiği yöne koşarken bizimle birlikte tüm ilçe halkı da merakını giderememiş ve çalışma yapılan yerde kümelenmişti.

“Neler oluyor?” demiştik, biz de herkes gibi…

Yola dökülüp tırmıklarla dağıtılan ve silindirle ezilen üstünde buharlar tüten kara maddenin asfalt olduğunu ilk defa orada görmüştüm. Dökülen asfaltın sıcaklığına aldırmadan üzerinde çalışan insanları hayretle izliyorduk. İlk tarih dersini de orada çalışmaları izleyip sohbet eden iki büyüğümden almıştım. Kasabamızın tarihi ipek yolunun geçtiği noktada bulunduğunu ve onun için  İran’ın verdiği parayla yapıldığından bahsediyorlardı.

Biz bu yolda neler görmedik ki. Ne hikâyeler dinledik. Bu yol bizleri Alamancılarlamı tanıştırmadı, Sovyetlerin yıkılmasından sonra Rusya’dan gelen, ilginç giyimli ve tipi görünüşü bizlerden çok farklı insanlarla mı? Evet Demir Perde yıkılmıştı ve işsiz kalan doktorlar, mühendisler, Türkiye yollarına düşmüş bavul ticaretinin ilk müşterileri  de tarihi ipek yolunun geçtiği ilçe sakinleri olmuştu. Ruslar kırmızı renkli otobüsleriyle getirdikleri her türlü malzemeleri Kurşunlu meydanında satışa sunarlardı. İlçeye otobüsün girdiğini gören duyan tüm ahali hemen pazaryerine koşar hem daha önce görmediği pratik ev eşyalarını ucuz fiyatından satın alırlardı. Belediye hoparlöründen anonslar bile yapılırdı; “Ruslar geldi. Pazarcaminin hemen yanında satış yapmaktalar” diye. Tüm ilçe gencinden ihtiyarına başlarına toplanır kimi abuk sabuk el işaretleriyle iletişim kurmaya, kimide nasıl olsa anlamıyorlar diye karşısındakiyle alay eder mahiyette konuşmaya başlardı. Hemen herkes yüzünde bir tebessüm elinde bir kaç parça malzemeyle evin yolunu tutardı. Tabi bu konuyla  ilgili bir çok hikaye filmlere konu olacak mahiyette uzayıp gidiyor. Bizim kuşak onlardan aldığımız bisikletlerle memleketin asfalt yollarında yarış yaparak büyüdü. Tabi en çok da trafik kazalarında aracın içinde sıkışan ya da yaralanan insanlara ilk müdahaleleri yapmayla da tanıştırmıştı bizi bu yol. Yıllarca rızkımızı bu yoldan kazandık, bizlere ekmek kapısı oldu.

Yıllar su gibi akıp geçti ve artık bu yol trafik yoğunluğunu taşıyamayacak noktaya geldi.

E-80. İstanbul’da dâhil Edirne’den Iğdır’a 1745 km kat edilen ve Türkiye’nin doğusundaki ülkeler ile batısındaki ülkelerin karayolu ile ulaşımını sağladığı başka alternatifi olmayan bir yol.

Başbakan Erdoğan “Yol medeniyet demektir. Yolun gitmediği yere bilginin, refahın, huzurun ulaşması mümkün değil. Sadece zaman değil, milli servet de yollarda heba oluyor” diyordu yaptığı konuşmalarda.Başbakan yol medeniyet demek derken “Tarihi İpek Yolu” olarak adlandırdığımız E-80 karayolu artık “ölüm yolu” olarak anılır olmuştu. Türkiye’nin bir çok yerinde duble yollar bitmişken bizim yolumuz ne hikmetse bitmez oldu. Bu konuyla ilgili Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım Çankırı’ya geldiğinde Valilik brifing salonunda şöyle demişti: “Biz bu güne kadar E-80 karayolu “tarihi ipek yolu” olduğu için AB fonlarından kaynak bekledik o yüzden gecikti!” dedi ve Çankırılının ağzına bir parmak bal çalıp gitmişti o gün! Tabi bu cevabı yutmayan bendeniz bu konuyla ilgili aklımda soru işaretlerini Yıldırım’a soramamanın karın ağrılarını çektim. Aradan bir ya da bir buçuk ay geçmeden Bakan’ın yolu özel bir program dolayısıyla Çankırı’ya düşmüştü. Bu sefer bu soruyu sormam farz olmuştu. Hatta bir gün önce Bakan’a rüyamda dahi o soruyu sorduğumu görmüştüm! Ve aynı gün özel bir yemekte Bakan Yıldırımla karşı karşıyaydık!

“Sayın Bakan siz Çankırı’ya geldiğinizde biz bu güne kadar E-80 karayolu “tarihi ipek yolu” olduğu için AB fonlarından kaynak bekledik o yüzden gecikti dediniz ama o gün sorma fırsatım olmadı. Bu tarihi ipek yolu Gerede’den, Düzce’den, Bolu’dan geçmiyor mu? Neden oralarda AB fonları beklenmedi de Çankırı sınırına gelince aklınıza AB fonları geldi?”

Nedeni çok açık. Ağlamayana meme vermezler. Bolulusu ağlar, Düzcelisi ağlar ama Çankırılı ağlamak istemez. Eline vurunca ekmeğini verir, ses çıkartmaz. Düne kadar adını sanını dahi duymadığımız  vekil gelir onu sinesine basar. Bu yolla ilgili Şoförler Odasından, Esnaf odalarından, STK’lardan bir açıklama ya da herhangi bir tepki bugüne kadar hiç duydunuz mu?

Sayın Bakan “sen haklısın” demekten ve “bu yolu kendi kaynaklarımızla yapacağız” demekten başka bir cevap bırakmamıştım! “Sayın bakan bir tarih verin bari” dediğimde “tarih veremem” demişti! Yani “Ey Çankırılı bu yolun ne zaman biteceği belli değil! Bu yolun bir takvimi programı bile yok!”

Çankırılısı, Kastamonulusu, Tosyalısı, Ilgazlısı, Kurşunlulusu, Çerkeşlisine yutturulan ve uyutturulan, bu yolun bitmemesinin tek sebebi bizim sessizliğimizden ve suskunluğumuzdan ileri gelmektedir. Hakkını isteyemeyen ve önüne her konulana “evet” deme hastalığımız devam ettikçe de bu yol bitmez!

STK’lar, partiler, şehrin ileri gelenleri hala koltuklarını korumak ve etrafındaki avenelerini beslemekle günlerini geçirmeye devam ederlerse bu yol bitmez

Hala birbirinin kuyusunu kazmakla uğraşan, şehrin gelişmesine engel çıkartanlarla bu yol bitmez 

Ve bu şekilde yola devam edemeyiz sayın vekiller! Sayın Başbakan , AK Partililer, diğer siyasiler ve Stk'lar.

“Bu yol konusunu da iyice taktın ” sözlerini duyar gibi oluyorum. Ama ne yapayım; yol benim memleket benim, üzerinde can veren vatandaşlar benim.


YORUM EKLE