banner306

Kırık Cam Teorisi

“Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder.”

(İbn-i Sînâ)

Günümüzde şehirler yığınlaşarak büyümekte, apartmanlar alabildiğince hareketsiz, mahalle neşesinden uzak, lakin bir o kadar da "görkemli" gözükmektedir. İnsanın çevresindeki yapılar kat kat artıkça, nüfus aşırı birikerek kentlerde kaotik ortamlar oluşmaktadır. O kadar görkemli binaların arasında yalnızlaşan insan, adeta aciz ve zavallı durumuna düşmektedir. Bu yüksek binalar sayesinde, kentler kalabalıklaşırken, şehir insanın da psikolojik arızalar çoğalmaya başlamıştır. Sanayi toplumu olabilme uğraşısı ile köyden koparılan insanların geldiği bu durum son yarım asrın birikimidir. Alışveriş merkezlerinde ki her şehirde birbirine benzeyen zincir mekânların, şatafatlı havası bile şehir insanını mutlu etmemektedir. Artık huzurlu ortamlar aranır olmuştur. Günün yorgunluğu atmak için dostlarla Çivitçioğlu Medresesinin avlusunda ‘ney’ eşliğinde çay içerken, sohbet etmenin hazzını hangi yapay mekân verebilir ki…

Son zamanlarda şehir insanının bu sosyal ihtiyacı göz önünde bulundurularak, tarihi mekân adı altında, pek çok yapı türemiştir. Tarihi isimler günümüze taşınarak kafe, lokanta, pastane, rezidans, alışveriş merkezi gibi hiçbir tarihi doku taşımayan mekanlara Osmanlı, Selçuklu, Bedesten, Arasta gibi isimler verilir olmuştur. Boş arsalara, tarihi mekânlara benzeyen yapılar inşa edilmiştir. Bunlar olurken pek çok tarihi eser, mekan yerle yeksan edilmiş veya restorasyon adı altında tarihi doku yok olmuştur. Eskiler tamir ederlermiş, restore etmezlermiş. Sanatçılar ve mimarlar kendilerine emanet edilen yapıya, yeniden öğrenilmesi, okunması ve düzeltilmesi icap eden bir eser olarak bakarlar, tamir ederlermiş. Fakat asla aynısını yapmazlarmış. Çünkü her dönemin ayrı ihtiyacı, her mimarın ayrı tekniği var denilerek, tarihe ve yapan ustaya azami saygı gösterilirmiş.

Günümüzde restorasyon adı altında yapılan binalar, mekanlar her yerde çoğalmaya başlamıştır. Doğru uygulamaların turizme, ekonomiye ve tarih şuurunun gelişmesine faydası elbette ki tartışılamaz. Restore, tamir gibi uygulamalarda işin doğrusunun ne olduğunun, işinin uzmanı olan mimarlara bırakılması en doğru çözümdür. İşin vahim olanı, artık demode olmuş, geçmişteki bir yapıyı, boş bir alana aslına uydurmaya çalışılarak günümüz teknolojisi ve imkanları ile yapmaktır. II. Abdülhamit Sanayi Devriminin ıskalanması sebebiyle, ülkede ‘zaman’ kavramının oluşması için önemli şehirlere saat kulesi diktirmiştir. Saat kulelerinin II. Abdülhamit’e sahip çıkma adına, 21. Yüzyılda tekrar yaptırılması, bunun en somut örneğidir. Herkesin cep telefonu, araç kullandığı bir zamanda saat kulesi kadar anlamsız ve masraflı bir uygulama hangi aklın eseridir. Büyük şehirler dahil Çankırı’mız da bile, iki tanesi hiç bir faydası olmadan şehrin en güzel mekanlarını zaptetmektedir. Hem de, II. Abdülhamit döneminden kalan gerçek saat kulesi, birkaç yüz metre ötede çürümeğe terkedilmiş bir halde dururken... 

İdeolojik bakış ve hamasi sloganlarla büyük düşündüğümüzü sandığımızdan, “Modern olacağız, çağdaş olacağız” veya “Osmanlıcı, İslamcı olacağız” diye, diye maalesef bu sanat kültür işinde sınıfta kaldık. Bu durumu Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’da, iktidarı boyunca kültür - sanat alanında yeteri kadar gelişme sağlayamadıkları dile getirmiş ve ülke adına bir öz eleştiri de bulunarak “Kültür ve sanat alanında” bir türlü istenilenleri yapamadıklarını, bu işte sınıfta kaldıklarını dile getirmiştir. Bu cesur öz eleştiri en azından ilimizi yönetenlere cesaret vermelidir.

Çankırı iline gelen gezginlerin, dikkatli gözlemcilerin fark ettiği gibi aslında, Çankırı’da tarihi doku, yılların talanına, beceriksizliğine rağmen hala yerinde, ayakta durmaktadır. İlimiz bu haliyle bile, pek çok şehirden şanslı konumdadır. Tarihi dokusunu iyi bir planla ortaya çıkarmayı hedefleyecek Çankırı; yakın bir zamanda Kayseri, Eskişehir gibi tarihe saygıyı üst düzeyde gösteren iller arasına girerek, turizm ve bir kültür şehri haline gelebilir. Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı ilçelerinde olduğu gibi markalaşır. Tarihi Çamaşırhane binasının etrafındaki uygulamalar, şehri yönetenler açısından büyük bir imtihan olacaktır. Oradaki çamaşırhanenin ortaya çıkarılışı, çok güzel bir uygulamadır. Ancak alanın dokusu korunmazsa, çamaşırhanenin kapısının önü sıcak asfalt yol olursa, oraya kimseyi getiremezsiniz. Sadece komik duruma düşersiniz. Bu zamana kadar yapılanları da yok edersiniz. Sadece Alpay Evirgen Sokağında kültür envanterine kayıtlı çamaşırhanenin, cephe parselindeki binaların kurtarılması ile yetinilmeyip, bu alanın çok geniş bir şekilde şehrin tarihi dokusuna ilave edilmesi zorunluluktur. Ulu Cami'nin etrafı, arastalar, saat kulesi çevresi gibi alanlar tarihi doku ortaya çıkacak şekilde düzenlenmeli veya mevcut yapılara en azından zarar verilmemelidir. Bu hususta ülkemizde pek çok örnek mevcuttur. Mesela, Ankara Ulus’ta ki yılların vurdum duymazlığı nihayete ermiş, geç te olsa tarihi yapılar ve çevresi tekrar ortaya çıkarılarak, tarihi doku yeniden vücut bulmaya başlayacaktır.

Sosyal medyada, Sayın Metin Yılmaz’ın şahsi gayretleri neticesinde, yıkım kararının durdurulmasına kızan bazı hemşerilerimi görünce, inanın hiç şaşırmadım. Herhangi bir rant kaygısı olmadan tepki gösteren hemşerilerimize, o sokaktaki bakımsızlık ve ilgisizlik sebebiyle, yıllarca illallah çektirilmiştir. Hiçbir vatandaş çevresinde yıllarca bakımsız duran çöp ev istemez. Bu konuda haklı olabilirler. Peki, insanlar bu hale bilinçli bir şekilde mi getirilmiş veya getirilmektedir. Bu hususta dünyada yapılan bilimsel araştırmalar ışığında, konuyu inceleyelim. 

Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Bir binanın köşesine, bir torba çöp bırakılsın, o çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Binaya değişik insanlar girip çıkmaya başlar, birilerine mesken olur. Kısacası, bir sokağın viraneye ve suç bölgesine dönüşme süreci, önce tek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse, oradan geçenler; o bölgede düzeni sağlayan bir otorite olmadığını düşünüyor, diğer camları da kırıyorlar. Tabii ki, ardından daha büyük suçlar geliyor. Bir süre sonra o sokak, civarda yaşayan insanların bile korkuyla girebildiği bir mahalleye dönüşüyor. Bilim adamları bu durumu ‘kırık cam teorisi’ olarak açıklıyorlar. ABD vatandaşı, suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirildiği bu teori sayesinde günümüzde pek çok adli suçun önüne daha başlamadan geçilmektedir. Bu teori, şehircilik olmak üzere pek çok alanda da kullanılmaktadır. Bu gibi durumlara meydan vermemek için ilk cam kırıldığında, ilk çöp atıldığında önlemin alınması şarttır. Yoksa kamu düzenini sağlayamazsınız. Eski evlerin, binaların birer korku evine dönüşmemesi için belediyelerin ivedilikle gerekli önlemleri alması şarttır. Kamu gücü bunu gerçekleştirmeye elbette muktedirdir. Değişik sebeplerden dolayı bakımsız bırakılan yapıların, çevreyi rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Hatta sahipleri de maddi açıdan yıkılmasını çok istediklerinden, bina ile ilgilenmiyor olabilirler. Hal böyle olunca kamuoyu da çirkinleşen ortamın düzelmesi için illallah diyerek yıkıma destek noktasına getirilebilir. Resmi kurum ve kuruluşlarda bu durumları göz önüne alarak yıkım kararı alabilir. Ancak, her türlü altyapının olgunlaşmasını bekleyip, tarihi dokunun yok sayılarak binaların yıkılması,çevre düzeninin bu şekilde sağlanmaya kalkılması sadece ‘planlı’ iyi niyetli olmayan operasyonlara ‘gerekçe’ olmaktan öteye gidemez. Toplum vicdanında onarılamaz yaralar açar. 

Friedrich Nietzsche, "İnsan ağaç gibi yükselmek istediği nispette kökünü derine salmalıdır" der. Maalesef sığlık ve kuralsızlık içinde, Türk Milletinin derinlerde işi kalmamış gibi gözükse de, hal hiç öyle değildir. Elbette, bugünkü baskın medeniyet batıdır, bizim baskın olduğumuz dönemler maalesef çok geriler de kalmıştır. Günümüzde batının istediği gibi bir “toplum” veya duruma göre en fazla olaylara anlık tepki gösteren bir “toplum” olmuş haldeyiz. Bizim her ikisine de ihtiyacımız yok. Kendisi gibi olmaya çalışan, kendi medeniyet ve kültür mirası ile estetiğine sahip çıkacak aksiyoner politikalara, bunları tarihi bir şuur içinde uygulayacak yöneticilere ihtiyacımız var. Çankırı'da bu potansiyel mevcuttur ve umudumuzu asla tüketmemeliyiz. Bu yıkım kararının şimdilik durdurulması bile, umudun yeşermesi olarak görülebilir.

Müslümanların Endülüs’te kurduğu üniversitenin kapısında dünyanın, “Yöneticilerin adaleti, bilim adamlarının ilmi, temiz yürekli insanların duası ve cesur insanların cesareti” üzerinde döndüğü yazmaktadır. Çankırı insanının yüreğinden ve cesurluğundan hiç şüphemiz yoktur. Lakin adalet ve ilime saygının bir an önce Çankırı’da uygulamaları ile kendisini göstermesi gerekmektedir. 

Medeniyet, kültür ve sanat üçlüsünü bir araya getirip konuşmak, ortaya okunası bir yazı çıkarmak, elbette büyük bir marifet ve hüner ister. Bu satırlar bir sanat yazısı değildir. Konjonktür gerektirdiği için Çankırı’ya sahip çıkanlara destek, bir iç dökme ve sessiz çoğunluğun sesi olma adına, şehir tarihine not düşme yazısıdır.

Bu cennet ülkemizin diğer köşelerinden gelecek misafirlerimizi başımız dik, gururla gezdirebileceğimiz; insanların görmek için adeta çırpınacağı bir şehir olmamız dileğiyle!..

YORUM EKLE
YORUMLAR
Muzaffer COŞKUN
Muzaffer COŞKUN - 5 yıl Önce

Teşekkürler Kadir ağabey, Teşekkürler Ercan bey. Her şey Çankırı ve İlçeleri için.

Yilmaz özdemir
Yilmaz özdemir - 4 yıl Önce

Mükemmel ..
Teşekkürler

banner304