Kurbağalar, sinekler ve biz

 Küresel ısınmanın boy gösterdiği dünyamızda Çankırı’nın ortasından geçen Tatlı çay ilk kez geçen yıl kurumuş ve bu yüzden çay içerisinde yaşamını devam ettiren canlı varlıklardan geriye eser bile kalmamıştı.

 

Yaşlı amcalar bu alışık olmadıkları durum karşısında “ben beni bildim bileli böyle bir olayla karşılaşmadım” diyerek söze başlarken, derenin ilk kez kuruduğuna şahitlik etmenin şaşkınlığı içerisindeydiler. Tabi ki kuruyan Tatlı çayla birlikte yaz akşamlarında bizlere koro halinde eşlik eden kurbağalar da yok olup gitmişti. Bir günde yaşam son bulmuştu bizim çayda. Bu yok oluş binlerce kurbağadan geriye sadece kuru bir su yatağı bırakmıştı.

 

Ancak bu yok oluşun bir ibret vesikası olduğunu anlayamayan kalpler de yok değil. Ortalık onun bunun şaklabanlığını yapan kurbağacıkların nahoş naralarıyla yankılanıyor.  Kendi seslerini bülbül şakıması zanneden bu kurbağacıklar, birilerinin “arkadaş sesiniz çok kötü çıkıyor! Kesin artık şu boktan sesinizi” demesini (kral çıplak) yadırgıyor.

 

Tabi ki yadırgarlar. Çünkü foyalarının birileri tarafından ortalık yere dökülmesinden hiç hoşnut değiller. Ellerinde ki makam ve gücün bir anda son bulacağını bilirlerde ondan. Yinede seslerini de kesmek istemezler.

 

Bir su damlasından hayat bulan varoluş gibi, hayatın bir su damlasından yok olabileceği gerçeğini idrak bile edemezler!

 

Tıpkı sinekte olduğu gibi…

 

Sinek bir gün evin buzdolabı kapağının açık olduğunu fark eder. Sineğin reçeller, ballar birbirinden leziz yiyeceklerin kokusunu almasıyla dolabın içine girmesi bir olur. Dolabın kapağının kapanmasıyla birlikte bolluk ve bereket içinde o yiyecekten bu yiyeceğe konmaya başlar. Ancak saatler ilerledikçe gövdesinin uyuştuğunu, kanat çırpışlarının yavaşladığını, eski hızından geriye eser bile kalmadığını fark eder...

 

Zaman geçtikçe üşümeye başlar, artık bir yerden bir yere konacak takati bile kalmamıştır. Karşısında onca yiyecek olmasına rağmen can derdine düşmüştür. O zaman anlar sonunun yaklaştığını. Eski günlerdeki bolluk içinde olmasa da insanların kırıntılarından beslendiği güzel günler gelir aklına! Bir anlık hırsı onu bu hale sokmuştur. Artık bizim aç gözlü sineğin eski günlere dönmesi için vakit çok geçtir...

 

Peki ya biz insanlar! “Aman bu koltuk bu makam benim olsun! Aman bu şatafatı avucumdan kaçıp gitmesin” diye inançlarımızdan, ideallerimizden, hak-hukuk-adalet anlayışından gün geçtikçe uzaklaşmadık mı?

 

Komşuluk, akrabalık ilişkilerimizden geriye ne bıraktık? Bir birini tanımayan, anlamayan, sevmeyen; varsa yoksa derdi, imanı para olan kendi çıkar ilişkilerini toplumun haklarının önünde tutan, yeni mobilyalara, yeni eşyalara lükse önem veren robotlar haline gelmedik mi?  

Tıpkı sinek gibi dünya malına ne kadar tamah ettiysek hissizleştik, vücudumuzun kan dolaşımı azaldı ve sonuçta donuklaştık! Varsa yoksa derdimiz lüks bir hayat kurma hayali oldu.

 

Kurbağanın bir anda yok olmasıyla ve Sineğin aç gözlülüğüyle insanlar arasında da benzer özellikler yok mu? Hayat biz insanlar için de öyle değil mi sevgili dostlar…

 

Bu günlerde çay boyunda gezintiye çıktığımda kurbağa seslerini yeniden duymaya başlayınca nasıl mutlu oldum anlatamam!

 

O an anladım ki deredeki kurbağaları, dalkavuk kurbağacıklara asla değişmem…

YORUM EKLE