Unutulmaz Eğitimci Tahir Selenay

 Dev cüsseli altın kalpli adam

1965 senesinde o zamanlar okula ilk adım atan her talebe gibi; “eti senin, kemiği benim taahhüdüyle” kara önlüğüm, kolalı yakalığımla Çankırı Atatürk İlkokuluna yazıldım.

İlkokul 4. Sınıfa kadar öğretmenim Zahide İnal Akdere idi. Emekli olunca, 5. sınıfı Süheyla Yazıcı okuttu.

Atatürk İlkokulunun hemen yanında Kurtuluş İlkokulu vardı. Atatürk ilkokuluna Ticaret Lisesi taşınınca, Atatürk ve Kurtuluş İlkokulu birlikte tedrisata başladı ve adı Atatürk Kurtuluş İlkokulu oldu. Okulun bahçesinde Merkez Ortaokulu duvarına bitişik bir de barakası vardı.

1970 yılında mezun olduğum Atatürk ve Kurtuluş İlkokulu diplomamda Müdür olarak Tahir Selenay’ın imzası var.

Tahir beyle okulda karşı karşıya geldiğimizde bizim gözümüze bir dev gibi görünürdü.

Ciddi, disiplinli, heybetli ve bir o kadar da şefkatli bir öğretmendi Tahir Bey. Öğrencilerle yakından ilgilenir; eğitimin yanı sıra sağlık ve temizlik konularında da çok titiz davranırdı.

3. sınıfta iken, babam artan şikâyetlerim üzerine Doktor Kemal Barlas’a götürdü. Bir dönem Çankırı milletvekili olarak Çankırı’yı TBMM’nde temsil eden Kemal Bey beni muayene ettikten sonra “zatürre başlangıcı” teşhisi koydu. Bir süre okula gidemedim ve gördüğüm iğne, İlaç tedavisi sonrası iyileşip okula döndüm.

Çocukluk işte teneffüste koridorda kovalaşırken bir anda kendimi Tahir Beyin karşısında buldum. Küçük cüssemle onu bir dev gibi gördüm, korkup panikledim ve öylece kala kaldım. Eğildi ve iri elleriyle yanaklarımı kavrayarak “Çocuğum daha yeni iyileştin, ne diye koşup terliyorsun. Bak yine hastalanacaksın” diyerek mütebessim gözlerle başımı okşadı.

Demek ki, benim hastalığımı takip edecek kadar öğrencilerine düşkündü.

Onun bizleri çocuğu gibi sevdiğine arkadaşımız Kasım’ı 1968’de kaybettiğimizde sınıfımıza gelerek yaptığı konuşmada gözlerinde buz kesen yaşlardan bir kez daha şahit oldum.

Tahir Beyin müdürlük yaptığı dönemde Atatürk Kurtuluş İlkokulu bugünkü tabirle bir markaydı. Önlüklerimizdeki kırmızı mavi havalı rozetlerimizde bunun kanıtıydı.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 17 Nisan 1949’da Çankırı’ya geldiğinde Kurtuluş ilkokulunu da ziyaret etmiş. İşte o ziyaretin anısına Bugün Atatürk Kurtuluş İlkokulunun adı ismet İnönü İlk öğretmen Okulu olarak geçiyor.

Rahmetli Tahir Selenay’ın Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümünde görev yapan küçük oğlu Profesör Dr. Mehmet Fatih Selenay’ı Dışkapı’daki çalışma odasında ziyaret ettim.

Fatih Hocam; “gözleri rahmetli anne ve babası gibi sevgiyle parlayan ”güzel insanlardan.

Ziraat Fakültesini kazandığı yıl sevgili öğretmenim Zahide Hanımın Ankara Bahçelievler’deki evinde kalmış.

Ağabeyi Yusuf Rahmi Bey1950, Mehmet Fatih Bey 1953 doğumlu.

Mehmet Fatif ismi; halası Saime Hanımın eşi Müzik öğretmeni Şükrü Dölen’in “İstanbul’un fethinin 500. Yılı” nedeniyle önermesiyle verilmiş.

Mehmet Fatih Beyin Anlatımıyla Babası Tahir Selenay:

Babam Tahir Selenay 24 Nisan 1919 doğumlu. Çankırılı Hacıyusuflar ailesinden.

Babası öğretmen Yusuf Rahmi Bey, annesi Behiye Hanım.

İlk mektebi Şabanözü Mart köyünde okurken, orada öğretmenlik yapan babasının tayini nedeniyle Bolu’ya giderler.

Baba genç yaşta vefat edince, Bolu’dan Çankırı’ya dönerler.

Ortaokula Çankırı’da gider...

Liseyi Kastamonu Sanat Okulunda okur. Balıkesir Öğretmen Okulundan mezunu.

El becerisi mükemmeldi, evde hemen her aleti ve gereci mevcuttu. Bugünde kullanılır durumda onun yadigârı olan bu aletler.

İlk tayin yeri (o yıllarda Çankırı’nın ilçesi olan) Eskipazar.

Eskipazar’dan Çankırı’ya dönüyor. Karataş ilkokulunda öğretmenlik yapıyor, sonra da Atatürk İlkokulu Müdürü oluyor. Atatürk ve Kurtuluş ilkokulları birleştirilince de Atatürk Kurtuluş İlkokulu müdürü oluyor.

Başarıyı artırmak için; müdür, öğretmen, öğrenci diyalogu ve iletişimini daha aktif hale getirmek maksadıyla planladığı sistemi o yılların Çankırı’sında elektronik deha olarak bilinen radyocu Ferit Akalın’a anlatır. Akalın’ın kurduğu diyafon sistemi bir elektronik kutuya monte edilen düğmeleri olan basit bir cihazdı ama o günkü eğitim teknolojisi adına çok önemli bir yenilikti.  Sınıflara kurulan hoparlör mikrofon sistemiyle hem dinleyerek ders akışını takip ediyor, hem de gerekli uyarılarda bulunarak öğretmen ve öğrencilerle doğrudan iletişim kuruyordu. Öğretmenler dersinin okul müdürünce dinlendiğini bilirlerdi. Eğitim de başarılı olmanın ilk şartının disiplin olduğuna inanırdı.

80’li yılların başında emekli oldu ve Çankırı’dan ayrılarak Ankara’ya yerleşti.

16 Ağustos 1990 yılında vefat etti. Kabri Sarı Baba’da.

Annem Sıdıka Hanım Çankırılı Hanağasıoğullarından. 4 Mart 1916 doğumlu. 10 Mart 1984’de Ankara’da Hakkın rahmetine kavuştu. (Fotoğrafta sol baştan birinci)

Babam Çankırılı çocukların eğitimi için gösterdiği hassasiyeti dışarıdan gelen öğrencilere gösterirdi.

Kütahya’nın Şaphane ilçesinden o zaman ki Çankırı Astsubay Sınıf Hazırlama Okuluna bir öğrenci yerleştirmiş. Zamanla 20 Şaphaneli çocuk babamın ilgi ve gayretiyle astsubay okulu öğrencisi olmuş. Şaphaneliler de bu nedenle babamı çok severler ve memleketlerine gelsin isterlermiş.

O kadar ki; Şaphane belediye başkanlığına aday göstermek için ısrarcı oldular.

Yıl 1965 annemle okuldayız. O an da okulun kapısını açık gören bir hanımefendi yanında genç kız çocuğuyla içeri girer. Kısa bir tanışma faslından sonra “Ben de öğretmenim” deyince, muhabbet başlar ve git gide koyulaşır…

Askeri Okulda öğrenci olan çocuklarını ziyaret amacıyla Çankırı’ya gelip, otele yerleşmişler. Babam durumdan haberdar olunca, otelden eşyalarını alıp evimizde misafir etmek üzere

Çankırı turundan sonra okul komutanına telefon ederek özel izin alır, birkaç gün kalırlar.

Ardından 2 aile arasında yazışmalar başlar.

Daha sonra eşi de gelir, Çankırı’ya ailece tanışırlar.

Bekir Çavuşoğlu babamın manevi evlatlarından biri idi.

Anne babamın bir evladıydı, hayatlarının son deminde en büyük güvenceleri oldu ve hep yanlarında bulundu.

Emekli Öğretim Üyesi Bekir Çavuşoğlu “Manevi Dayısı Tahir Selenay’ı” anlatıyor:

Ben Bekir Çavuşoğlu 1955 yılında Çankırı Şabanözü Mart Köyünde doğdum. İlkokulu Mart köyünde, ortaokulu 1969 yılında Şabanözü’nde bitirdim. Liseye devam etmek istiyordum fakat Şabanözü’nde lise olmadığı için ne yapacağımı kara kara düşünüyordum…

Köyümüzün yaşlılarından biri, köyümüzde daha önce öğretmenlik yapan “Rahmi beyin oğlunun Çankırı’da öğretmen olduğunu” söyledi. “Giderseniz, size belki yardımcı olur” dedi. Çaresiz bir şekilde 45 km’lik yolu yürüyerek Çankırı’ya gittik. Çankırı’ya vardığımızda sokakta bir vatandaşa sorarak gideceğimiz okulu öğrendik. Okula gittiğimizde hizmetli bizi başöğretmen odasına götürdü. Ürkek ve korkak bir şekilde odaya girdik.

Babam “Biz Mart Köyünden geliyoruz. Sizin babanız…” demeden, “vay benim köylülerim gelmiş, hoş geldiniz” diyerek; (Sonradan öğrendiğime göre 5-6 yaşlarında 1 yıl kadar köyümüzde kalmış) bizi muhabbetle karşıladı ve “niçin geldiğimizi?” sordu.

Babam da, “benim Sağlık Kolejine devam edebilmem için geldiğimizi” anlattı.

Tahir amca bir düğmeye bastı ve “Sıdıka akşama misafirimiz var, çorbanın suyunu fazla koy” dedi. Ben içimden “sulu çorba nasıl içilir?” diye düşündüm. Daha sonra onun başka anlama geldiğini öğrendim. O akşam 15 yıllık hayatımda hiç yemediğim kadar çeşitli ve güzel yemekler yedim. Eşi Sıdıka hanımın da öğretmen olduğunu akşam yemeğinde öğrendim. 

Ertesi gün Tahir amca benim o zaman ki Sağlık Kolejine şimdiki Sağlık Meslek Lisesine girmeme vesile oldu. Yurtlar dolu olduğu için, yurda kayıt yaptıramadık. Bu durumda, okula devam etmem mümkün olmayacaktı.

Hiç tanımadıkları bir ailenin çocuğunu evlerine alarak 1 döneme yakın beni evlerinde barındırdılar. Ben artık Tahir amcaya “dayı” Sıdıka hoca hanıma da “teyze” olarak hitap ediyordum. Hayatımda da yeni bir dönem başlamıştı. Ders çalışmanın ne olduğunu, matematiğin ne olduğunu kıymetli oğulları Rahmi ve Fatih’ten yani bana ağabeylik yapan kıymetli evlatlarından öğrendim. Günler geçtikçe, Selenay ailesini daha iyi tanımaya başladım. Rahmetli dayım ve teyzemin sıradan insanlardan çok farklı olduklarını gördüm. Evdeki ilişkilerinde hem kendileri birbirlerine, hem çocuklarına hem de çocukları anne babalarına çok saygılı, çok sevecen ve çok kibar davranıyorlardı.

Evlerinde kaldığım sürede hiç bir tartışmaya ve olumsuz bir havaya şahit olmadım. Dayım ilkeleri ve prensipleri olan bir kişiydi. İyi bir eğitimciydi. Okuluna gittiğimde öğretmenleri personeli ve öğrencilerle ilişkileri çok iyiydi. Tüm öğrencilerini yakinen tanırdı. Eğitim disiplininden asla taviz vermediğini bizzat gördüm.

Hatta öyle olaylara şahit oldum ki; dersine zamanında gelmeyen öğretmeni okula almadığı olmuştur.

Öğretmenlere, o okulda bulunma sebeplerinin çocuklara iyi bir eğitim vermek ve örnek kişi olmaları hedefine inandırdığı için, öğretmenlerde eğitimde gereken hassasiyeti gösterirlerdi. Ailelerde, bunu çok iyi bilirdi. Bu nedenle Çankırı Atatürk Kurtuluş İlkokulu Çankırı’nın en güzide ilkokulu idi ve aileler çocuklarını bu okula verebilmek için adeta yarışırlardı.

Tahir Dayımın gözünde çocuklar büyük insan gibiydi. Onlara değer verir, onlarla konuşur, dertlerini dinlerdi. Dayım aslında insana çok değer verirdi. “Küçük insanlarla büyük işler başarılmaz ”derdi.

Hep hayret ederdim; sokakta geçen her kişiye selam verir ve selamlarını alırdı. Selam vermeden geçen yoktu diyebilirim. İçimden “dayım bu insanların hepsini tanıyor mu ki?” diye düşünürdüm. Sonradan öğrendim ki, insan olmanın ve insan ilişkilerinin temeli selamlaşma ile başlıyormuş.

Çok hoşgörülü idi, İnsanları kolay kolay kırmazdı fakat hataya da taviz vermezdi. İnsanlara ikramda bulunmayı çok severdi. Dünya malının kölesi değildi. En büyük serveti insanların saygı ve sevgisiydi. Eğitimli insanı çok severdi ve çocukların eğitilmesi için hiçbir maddi destekten kaçınmazdı. O nedenle, birçok çocuğun okumasına büyük destek olduğunu görmüşümdür. Hanlarım hamamlarım olsun diye bir gayretini görmedim. Ama yardıma muhtaç ve okumak isteyen çocuklara yardım edeyim diye çok gayretlerini gördüm. Hayatı akışına bırakmaz, gayesiz ve gelişigüzel yaşamazdı. Doğruları ve prensipleri vardı. Hayatın akışını elinde tutmaya çalışırdı. Daima planlı programlıydı. Doğruları savunur, yanlışın karşısında dimdik dururdu. Şimdiki tabirle omurgalıydı. Korkak değildi. Kaybetme korkusu yaşamazdı. Klasik devlet memuru değildi. Doğru bildiğini amirleri karşısında korkmadan savunurdu. Karşı tarafı mutlu etmek için farklı konuşmazdı. Yanlışları söylemekten çekinmezdi. Çok kültürlü ve çok bilgili bir kişiydi. Çok okurdu her akşam en az 2-3 saat bir şeyler okumadan yattığını görmedim. Toplumsal olayları ve gelişmeleri yakından takip ederdi.  Özü ve sözü bir insandı. Tabiri caizse, alacası yoktu. Şimdi söylenen “nerede o eski öğretmenler?” dediğimiz öğretmenlerdendi. İyi bir önder, iyi bir liderdi. Yol gösterici, örnek bir insandı. İnsanların sıkıntıları ile ilgilenir, çözüm arar ve çoğunlukla da çözerdi.

Eğitim camiasına kalıcı değerler bırakarak bu fani dünyadan ayrılmıştır.

Allah rahmet eylesin cennet mekân olsun.


YORUM EKLE
YORUMLAR
Mehmet Altıner
Mehmet Altıner - 4 yıl Önce

TAHìR bey okul müdürü eşi Sıdıka hanım öğretmenimdi her ikisine de Allahtan rahmet diliyorum

Asuman tepekoy yılmaz
Asuman tepekoy yılmaz - 2 yıl Önce

Benım anılarımda cok sevdıgım sımdı degerını cok ıyı anladıgım sevgılı ogretmenım ve mudurum nurlar ıcınde uyuyun mekanınız cennet olsun