Eski karpuzlara kurabiye, kavunlara lokum denirdi.
Daha keserken bile misler gibi kokar,
Kemali afiyetle yenirdi.
Bugün Büyük Caminin arkasında yer alan parkın bulunduğu alanda bizim çocukluğumuzda pazar yeri vardı. Çarşamba günleri buraya "Çarşamba Pazarı" kurulur, yaz sezonunda kavun, karpuz pazarı açılırdı. Sadece bir yıl görev yapmasına rağmen Çankırılıların gönlünde iz bırakan valilerimizden rahmetli Mustafa Karaer döneminde, kavun karpuz pazarı kaldırılarak yeşil alan olarak düzenlendi.
Kavun karpuz pazarı haziranda Adana’dan gelen turfandayla başlar, Eylül sonlarında Kızılırmak’tan gelen yerli bostanla sona ererdi. Kavun, karpuzun yanında üzüm de bu pazarın vazgeçilmeziydi; özellikle yerli üzüm çıktığında büyük bir tüketim olur; çoğu aile kiloyla değil kasayla alırdı. Omuzunda kantarıyla ilerlemiş yaşına rağmen; sabahtan akşama kadar pazarda o kasaları tartan rahmetli Hamza Dayı hiç çıkmaz aklımdan…
…
Pazara gelen kavun karpuz kamyonlarını Karatekin mahallesinin çocukları olarak aramızda kurduğumuz dörderli gruplar halinde karşılar, grubun yaşça büyüğünün yaptığı pazarlıktan sonra ata tuta boşaltarak harçlığımızı çıkartırdık. Bu atma tutma esnasında kaleci gibi sağa sola uçarak müthiş kurtarışlar da yapardık. Kavun karpuz atarken en büyük tehlike, tutamayanın vücuduna mermi gibi isabet almasaydı. Koca kamyonu boşaltırken dikkatsizlik ya da yorgunluktan ötürü arada bir “iş kazası kapsamında” düşürür, kırılan karpuz ya da kavunu mola vererek yiyerek soluklanırdık. Yediğimiz o karpuzun tadı bambaşkaydı, hele göbeğinden çekirdeksiz bir parça koparmışsanız o tadı anlatacak kelimeyi bugün bile bulamıyorum. Bazen kırılan karpuzların bedelinin alacağımızdan tahsil edildiği de olurdu ki; işte o zaman karpuzun tadı madı kalmazdı.
O güzelim yıllarda henüz hormon denen illet ortalıkta yokken; pazarcılar karpuzu kurabiye, kavunu lokum diyerek satardı. Üzümün adı da kınalı kuzu, ya da kehribar idi…
Pazar yerindeki akasya ağaçlarıyla kavun, karpuz kokusu karışarak ortalığı öyle güzel bir koku kaplardı ki; miski amber sıkılmış gibi bu koku büyük Camide namaz kılarken bile hissedilir, insana manevi ferahlık verirdi.
Kızılırmak yöresinden bostan gelmeye başlayınca sevkiyat traktörlerle yapıldığından bizim işlerde düşerdi haliyle… Kamyon boşaltmak, her zaman traktör boşaltmaktan kârlıydı. Karpuz indirmek için kurulan ekiplerin ortak bir aksesuarı vardı ki; bugün bile “Ustura Kemal bileklik” olarak bilinen deriden yapılmış bileklik her iki kol bileğine de takılarak işi kapmak için eller bele konur, göğüs ileri itilerek pozisyon alınırdı…
Karpuzda, kavunda kesmece satılırdı. Açılan üçgen delikten bir cerrah edasıyla alınan parça "Vay yavrum vayyy...Karpuzdan kan akıyor!" nidasıyla müşteriye bıçağın ucunda hem gösterilir, hem de ısırtılırdı.
Müşteri cebinden çıkardığı pazar filesine test edilip onaylanmış karpuzunu keyifle koyarak evinin yolunu tutardı.
…
Sezonun ilk karpuzuna siftah edeyim derken; rengi, tadı, kokusu gitmiş bir kabakla karşılaşınca Çankırı’da ağız tadıyla kavun karpuz yediğimiz o güzelim yıllar geldi aklıma da yazdım bunları...
Dünyanın önde gelen karpuz yetiştiricileri arasında bulunan Türkiye'de “Kabak aşılı karpuzlar” yüzünden ağzımızın tadı kaçtı. Eskiden tadı ve rengi kaçık bostana kabak denirdi.
Şimdi bütün karpuzlar kabak!
Şimdi bana hormonsuz yıllarımı verseler...Diyorum, başka da bir şey demiyorum.
Geçmiş bir yazınıza yorum olacak ama ben de çok kavun karpuz yıktım.Özellikle iyi olduğunu tahmin ettiğimiz kavun ve karpuzları iş kazası yapardık sergi sahibide Oğlum kıracağınıza güzelce kesip yesenizediye kızardı ama o iş kazalarının tadı başka idi.Ama arkadaşımız Satılmış vardı Şaban(Bereket)ların çıkmaz sokakta otururdu.Kavun karpuz yıkmak için giderken traktörle römork arasındaki bağlantıdan düşüp ölmüştü.Siz o zaman belki Ankaraya taşınmıştınız.