UZAKLARA DALMAK

            Sevil hanım ve eşi Faruk bey, yıllardır huzursuz bir evlilik sürdürüyordu. Bir gün iyi geçiniyorlarsa, 3-4 gün mutlak bir tartışmalar, kavgayla geçiniyordu. Fiziki şiddet olmasa da birbirlerine de, çocuklarına da en güzel yıllarını zehir etmişlerdi. Kavga etmedikleri zamanlar derin dalışlarla birbirlerinden uzaklaştıkları zamanlardı. Böyle zamanlarda Faruk bey, eşi Sevil hanımın gözlerine bakmak istemiyor ama sonra dayanamayıp bakıyordu. Her seferinde uzaklara dalmış hali, ciğerini parça parça ediyordu. Aklından geçenleri kendinden bile gizlemeye çalıştığından , kimseye açıp paylaşamıyor, acısını böylece azaltamıyordu. Böyle durumlarda hep "Beni sevmeyen bir kadının yanında işim ne? Bana da yazık, ona da ?" diye düşünüyor, göğsü tekrar tekrar sıkışıyordu.

Son çocuklarını da evlendirmişler, sonunda baş başa kalmışlardı. Yıllardır, "Çocukların telaşı bitse" derken, şimdi kendilerini boşlukta bulmuş gibiydiler. Son çocuk da göçmen kuşlar gibi evden uçup gidince, beklenenin aksine, tartışmaları, kavlarında azalma olmuştu. Faruk bey, bu bunu düşünde köyünde duyduğu hikaye aklına geldi, gülümsedi; köyde iki düşman adam, her karşılaşmalardı kavgaya girişir, köylü ayırırmış. İki adam kimsenin olmadığı yerde karşı karşıya gelmiş, ters ters bakıştıktan sonra biri, "Senle kavga ederdim ama burada kavga edersen, akşama kadar kimse ayrılmaz, tarladaki işe vakit kalmaz" demiş.

Karısının dalıp gitmeleri gittikçe daha zoruna gitmeye başlamıştı. Bir gün hiç bir açıklama yapmadan ceketini alıp çıktı evden.

Sevil hanım, akşama döner diye beklediği eşi dönmeyince telaşlandı ama hiç bir şey de yapmadı. Çayı alıp balkona çıktı. Yıllardan sonra kahvehaneye mi alıştı diye düşündü. İçinden de "Yıllardır istediğin bu değil mi! Gitsin de dönmesin diye dua etmedin mi ! " diye düşündü. Sonra mırıldandı, "Ne hali varsa görsün, bana ne. Niye merak edeyim ki. Oh... dünya varmış" deyip, keyif çayını yudumladı. Fakat gece yatarken, kendisine de itiraf edemediği bir huzursuzluk vardı içinde. "Çocuk değil ya canım, isterse gece yarısı gelsin." diye söylenerek yatağına süzüldü

Ertesi sabah iş ilk, eşinin yatağını kontrol etti, bozulmamıştı. Kendisine bahaneler buldu. "Oh ! Bunca yıl sonra kafama göre bir kahvaltı yapayım" dedi. Kahvaltıyı balkona hazırlamıştı, bunun sebebinin, eşinin yolunu gözlemek olduğu belliydi. Lokmalar boğazından geçmiyordu. Kendine kızdı; "Sen değil misin, 'Gün göstermedi bana' diyen, 'Ölüm haberi geldi, sevinirim' diyen ? "

Kalktı, çayını tazeledi. "Sevdiğimden değil ya canım, 'Çocuklar bir adama bakamadın' der. Sahi, adam dönmezse çocuklara ne diyeceğim." Bir an "Acaba Faruk, hala başkasını sevdiğimi düşündüğünden mi çekip gitti?"  düşüncesi, zihninin kuytularından geçti, suçluluk duygusunu beslememek için hemen kendinden uzaklaştırdı, başka şeyler düşündü.

Gözleri, balkondan uzak ufuklara yönelikti. Gözünün yaşardığını hissetti. İçinden kabaran bir duygu "Adamın suçu ne! " diyip duruyordu. Sonunda gözyaşlarına hakim olamadı, balkondan içeri kaçtı. Faruk beye de üzülse de, asıl neye ağladığına emin değildi. Eşi Faruk beyin kayboluşuma mı, gençliğinde "Seni alacağım" deyip, başkasıyla evlenen ilk aşkı Hüseyin'e mi?

Eşi Faruk bey kaybolunca daha iyi anlamıştı bazı gerçekleri, "Hüseyin'in sözü tutmayışının cezasını Faruk çekti." Bu kadar yılların düşüncesinden vazgeçmek. Sevil hanım da hemen toparlandı, "Kayboldu diye melek mi olacak! Erkek değil mi, hepsi aynı"

Faruk beye karşı bir an yumuşadığı diye öfkelendi. Faruk yokken daha rahat düşünüyordu Hüseyin'i, "Babası mı izin vermedi, annesini mi beni almasına. Tabi ya, o şeytanlar bizi fakir diye hor gördüler. Yoksa Hüseyin beni bırakır mıydı! "

Böyle düşüncelere dalarak ve yol gözleyerek o gün de akşam oldu. Karışık duygular içindeydi, hem Faruk'a karşı öfkeyi, nefreti törpüleniyor, birazda anaç duygularla merak ediyordu, hem de olmadık hayallere kapılıyordu. Hüseyin'inde eşi ölmüş ve kapısına gelmiş, "Beni affet Sevil!" diyordu. Üsteki, kapısına gelen Hüseyin de, kendisi de hiç yaşlanmamış, sanki son görüştükleri yaştaymış.

Sevil hanım, hayallerden kurtulmaya çalıştı; "Tövbe tövbe, bu yaştan sonra. Hem onunda çocukları, torunları vardır"  Böyle bir şey hayal etmek dizlerine dermen vermişti ama hayallerden sıyrılıp geçtiği dönmek ve eski aşkı kapısına gelse de artık kavuşmanın imkansız olacağını düşünmek de o kadar acı vermişti.

"Yarın sabah da gelmezse, çocuklara haber veririm" diyerek yatağına uzandı. İkinci gece de hayallerle, kabuslarla geçip gitti.

Eşi ertesi sabah da gelmemişti. Çocuklara haber vermek istiyor ama cesaret edemiyordu. Aramayı erteleyip durdu. Ne diyecekti ki ! "Hep kavga ediyorduk, çocuklar beni suçlarsa..." Telefonu açıyor, vazgeçip kapatıyordu. Bu kaç defa oldu sayamamıştı. Sonunda telefon çaldı. Çocukların aradığını düşünüp heyecanla açtı ama daha konuşmadan içini kavurdu, "Polis mi arıyor, Faruk'un cesedini mi buldular?" düşünceleri hızla aklından geçti. Elinde telefon öylece kaldı, konuşamadı. Karşıdan birinin kötü haberi vermesini bekledi. Bir yandan da yıllardır istediğini düşündüğü bu habere asılda hazır olmadığını düşünüyordu. Bir ses duydu, sadece "Peki !" dedi. Sonra, yavaşça telefonun yerine koydu. Sonra tekrar düşündü, telefondaki ses ne dedi, o niye "Peki!" dedi. Konuşmaları başkası yapmış, kendisi sonradan duymuş gibiydi. Kendisine konulmaları tekrar etti, sonra ; "Ne dedi?, 'Hastanenin kapısına gel' dedi" ayağa kalktı, son duyduğunu bir kaç defa tekrarladı, "O burada !" kaç defa tekrarladıysa yine de anlayamadığına hükmetti. Elini yüzünü yıkadı, "O burada!" . Hazırlandı, çıktı. Dolmuş yüzyılda geldi, gidişi de bir yüzyıl sürdü ama o buradaydı, yüzyıl daha sürse gidecekti.

***                                                             ***                                                             ***

Yol boyunca düşünceden düşünceye, hayalden hayale atlayıp durdu. Gel dese, elimi uzatsa gider miydi? Gitmezdi... Öyleyse bu heyecan neydi?

Hastane kapısında eşi Faruk bey karşıladı. Hiç konuşmadılar. Eşinin peşi sıra yürüdü. Faruk bey, bir odanın önünde durdu, kenara çekilip önce Sevil hanımın girmesine için yol gösterdi. Odada aksi bakışlı bir kadın yatağın baş ucunda oturuyordu. Odaya yeni göreni görünce kadın otomatik konuşmaya başlamıştı bile; "Bu bey gibi siz de mi çocukluktan mı tanışıyor musunuz Hüseyin'le? Akrabalık var mı? " Kadının, sorularının arasında kısa bir an bulup "Hayır" dedi Sevil. "Akraba değiliz" demek istemişti ama kadın cevaplarla fazla ilgilenmeden konuşmaya devam ediyordu zaten.

Yıllardır hayallerinde beklediği Hüseyin bu muydu! Bu cadaloz kadın da eşi olmalıydı. Kadın bakışlarından anlamış gibi konusu değiştirdi; "Ben son eskiyim. Beni beğenmezdi, ne oldu ? Eski karılarından hangi var baş ucunda. "

Sevil, ısrarla sözünü kesti; "Kaçıncı eşiydiniz?" Kadın için konunun değişmesi önemli değildi, yeter ki konuşmaya devam ettim. "Valla bana denilen 3. eşiymişim. Ama bakma, gençliğinde çok yakışıklıymış. Kulağıma çalışındı, evliydi de bir kız kaçıracakmış, kızın abileri yakalamış fena dövmüştür. Aslında ilk hasat o günden kalmış diyorlar"

Faruk, "Ben bahçede olacağım!" deyip odadan çıktı.

Sevil, ilk defa duyduğunu belli ederek kadına döndü; "Ne hasarı? " "Bunun beyninde hasat varsa. İşte doktor kağıdında yazıyor, Al-ze-mer ". Sevil,"Onunla ilgisi yoktur", "Her neysen olduysa oldu işte. Eski mahallesinden tanıyanları gördüydüm geçenlerde. İlk evlendiğinde kapısına dayanan bir kızlar olmuş, "Hani beni alacaktın" diye, kız intihar etmiş de zor kurtarmışlar. Ailesi kızı alıp başka diyarlara göç etmiş. Belki de onların bedduasından bu hallere düştü "

Sevil hanım, yıllarca bir haber almadan, gizlice sevmeye devam ettiği adama düşman olmaya başladığını hissetti. Hüseyin'in eşi devam ettiği; "Eşi eşleri ölüm döşeğinde bile görmeye gelmedi. Eeee... adamda ne yakışıklık kalmış, ne alabilecekleri parası. Laf aramızda kalsın, emekli maaşı olmasa ben de bir dakika çekmem "

Sevil, başıyla onaylamak zorunda kaldı. "Peki niye hastane de, beyin hastalığı için mi? " "Ne beyini, beyinden filan ümit kalmadı. Yemek yediremiyoruz. Hastalığından artık herkesi düşman görüyor, saldırıyor. Ne kadar zayıf olduğunu görmedin mi? Ben olmasam hastanede başında bekleyeni de yok. İlk eşinden çocukları da var ama annelerini çok dövmüş, o nedenle ayrılmış. Çocukları da yüzünü görmek istemiyor "

Sevil, vedalaşıp ayağa kalktığında, hastanın baş ucundaki kadın konuşmaya devam ediyordu. Sevil köşeden kaybolana kadar, konuşmak için her anı değerlendirdi. Başta rahatsız olmuştu ama kadının bu konuşabileceği bir insana olan ihtiyacı içini acıtmıştı. Odadan uzaklaştığında Hüseyin'inden çok  son eşi olan bu kadını düşündüğünü ve onun için üzüldüğünü fark etti.

Faruk bey hastane dışında eşini bekliyordu. O da ayrıl düşüncelere dalmıştı. Biliyordu ki, eşi kendini sevmeden evlenmiş, onun sevgini de bir türlü kabul edememişti. Evlendiği yıllardı bir kız vardı, kendisini sevdiğini hep belli ederdi. Sevdiğim ve beni sevmeyen biriyle evleneceğime, beni sevenle evlenseydim daha mi olurdu? diye derin hayallere daldı. Sevil hanımın yaklaşan görüntüsü bu hayalleri böldü. Bakışlarındaki sevgiyi perdelemeye çalıştı, işte sevdiği kadın geliyordu. Bu kadar acı gelen yıllara rağmen sevmekten vazgeçemeyeceğini bir kez daha anladı.

 

Sevil hanım, kendisini yıllardır karşılıksız seven Faruk beye baktı. Aralarındaki uçurumu bir atlayışta geçmek istiyordu. Yan yana yürürken, sıradan, alışkanlıkları olan bir hareketmiş gibi Faruk beyin elini tuttu. Faruk bey ise onun elini tutmadığı gibi, elbisesindeki olmayan bir tozu silkeleme bahanesiyle elini uzaklaştırdı. Sevil hanım, anlamıştı ama üstelemedi.

Dolmuş durağında Faruk'un geride durması kırgınlığının, hemen geçmeyeceğinin göstergesiydi. Bu yaştan sonra Faruk beyin de gidebileceği, sığınabileceğim bir akrabası yoktu, biliyordu Çocuklarının da yanına gitmeyeceğine göre.

Sevil, dolmuş yaklaşırken, aralarında hiç bir sorun olmamış, hiçbir kötü olay yaşanmamış gibi davranarak Faruk beye döndü, "İşlerin çok sürer mi? " "Belli olmaz. " "Akşama fazla gecikme, taze fasulye yapacağım ".

Faruk bey, otelde kaç gün daha kalacağını, sonrasında ne yapacağını düşünmekle meşguldü. İçindeki kırgınlığa rağmen, eşinin son konuşması hoşuna gitmişti.  Sonra, gülümsemesine engel olup, gayet ciddi; "Olur" dedi.

       Dolmuş uzaklaşırken, içinde koca bir boşluğun yıktığını hissetti. Alışkın değildi içini yumruk gibi sıkan boşluk olmadan yaşamaya. O boşluğun yeri sevgi ile dolacak mıydı? Kalbimin yine kavrulduğunu hissetti, kolay olmayacaktı ama imkansız da değildi.

 

----   SON  ---

Yazan : Ahmet Ünal ÇAM    [email protected]
Yazılış: 08-Mayıs-2014 11:00 - 16:15

YORUM EKLE