Pedagog Ali Çankırılı: Ali Çankırılı ile Çocuklara Söz Geçirme Sanatı üzerine keyfili bir söyleşi!

Köşe yazarımız Pedagog Ali Çankırılı’nın 46 baskı yaparak büyük ses getiren, Bağırmadan, Sinirlenmeden, Ceza Vermeden ÇOCUKLARA SÖZ GEÇİRME SANATI kitabı üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Ercan Şeker

Hocam, Pedagog ne demek, Pedagog kimdir, ne iş yapar?

Pedagog, Latince “Çocuk Bilimi” anlamına gelen Pedagoji sözcüğünden türetilmiş, Pedagoji bilimiyle uğraşan uzman demektir. Pedagog, çocuk davranışları ve psikolojisi alanında bilgi sahibi ve anne baba eğitimcisidir. Anne baba okullarında ders vererek, seminerlerde bildiri sunarak, televizyon programlarına katılarak, kitaplar ve makaleler yazarak faydalı olmaya çalışır.  

Çocuklara söz geçirme gerçekten sanat mıdır? Kitabınızı okuyan anne babalar bu sanatı öğrenip çocuklarına söz geçirebilecekler mi?

Sizse çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Gençler bir meslek öğrenmek için lisesi, üniversitesi, yüksek lisansı ve ihtisası derken senelerce tahsil yapıyorlar. Bu da yetmiyor, yabancı dil ve ileri bilgisayar kursuna gidiyorlar. Hatta sürücü belgesi almak için bile bir trafik kitabını ezberliyor, usta bir sürücüden direksiyon dersi alıyorlar. Aynı gençler evlenmek ve anne baba olmak için hiçbir eğitim almıyorlar. Kendi anne babalarından gördükleri gibi evliliği yürütmeye ve çocuk yetiştirmeye çalışıyorlar. Farkında olmadan kendi anne babalarının hatalarını tekrar ediyorlar. Çok azı belki çocuk psikolojisi ve eğitimi konularında birkaç kitap okumuş oluyor.

Çocuklara söz geçirme gerçekten bir sanat. Öyle bir sanat ki, çocuk psikolojisine uygun doğru yöntemleri bildiğiniz zaman kızmadan, bağırmadan ve ceza vermeden çocuklarınıza söz geçirebiliyorsunuz. Bu kitabımızda uygulanabilir, pratiği olan yöntemlere ağırlık verdik. Teoriye girmemeye ve akademik dil kullanmamaya özen gösterdik.

Gençlerin anne babalarından gördükleri gibi evliliği yürütmeye ve çocuk yetiştirmeye çalıştıklarını, dolaysıyla farkında olmadan anne babalarının hatalarını tekrar ettiklerini söylüyorsunuz. Nedir bu hatalar?

Biz bu hatalara “çocuk eğitiminde işe yaramayan yol ve yöntemler” diyoruz.  Bu yöntemlerin başında “çocukların her istediğini yerine getirme ve davranışlarına sınır koymama” geliyor. Özellikle çocukluğu fakirlik ve baskı altında geçen anne babalar: “Biz fakirlik ve baskı altında büyüdük, çocuklarımız maddi sıkıntı çekmesin, baskı altında büyümesin” diyerek çocuklarının her isteğini yerine getiriyor, davranışlarına sınır koymuyorlar. Çocuk psikolojisi bilmedikleri için böyle yapmakla çocuklarının mutlu olacağını ve bağımsız bir kişilik kazanacaklarını sanıyorlar. Gerçekte her isteği yerine getirilen ve davranışlarına sınır konmayan çocuklar doyumsuz, şımarık, saygısız, sabırsız, şükürsüz, tembel, kural ve sınır tanımayan bir kişilik kazanıyorlar.

Sınırlar yol gösterici trafik levhaları gibidir. Arabanızla büyük ve kalabalık bir şehrin sokaklarında seyahat ettiğinizi, daha önce hiç gitmediğiniz bir adresi bulmaya çalıştığınızı, ancak kavşaklarda ve dönemeçlerde hiç levha bulunmadığı düşünün. Aradığınız adresi bulmak için kim bilir kaç kez yanlış yola girer, kaç kez kaza atlatırsınız. Gerçi şimdi nevigasyon var, ama o da her zaman doğruyu göstermiyor. Doğru ve kabul edilebilir davranışları öğrenmeye çalışan çocuklar için de durum aynıdır. Koyduğunuz sınırlar yol gösteren levhalar gibidir. Sınırlar, sanıldığı gibi, çocukların haklarını kısıtlamak, onlara baskı uygulamak değildir. Sınırlar, hoşlarına gitmese de, çocuklara korundukları, güvende oldukları ve değer verildikleri duygusu kazandırır. Aile içi kurallara uymalarını, işbirliği yapmalarını, otoriteye saygı duymalarını sağlar. Sorumluluk kazandırır.

Sınırlar, onaylanan davranışları tanımlayan, çocuğa hatalı davranışlarını düzeltme fırsatı veren eğitici ve öğretici bir etkiye sahiptir. Aşırı koruyucu anneler çocuklara her konuda yardım ederek kendilerine bağımlı hale getiriyorlar. Anneye bağımlı çocuklar kendi ayakları üzerinde durmayı, karşılaştıkları sorunları kendi çabalarıyla çözmeyi öğrenemiyorlar. Buna psikolojide “öğretilmiş çaresizlik” diyoruz.

Çocuk eğitiminde işe yaramayan diğer yol ve yöntemleri şöyle sıralayabiliriz:

  • Evde başka dışarıda başka davranma,
  • Aynı davranışa anne başka baba başka tepkide bulunma,
  • Nasihat etme,
  • Yalvarma,
  • Yakınma,
  • Boş tehditlerde bulunma,
  • Rüşvet teklif etme,
  • Bağırma ve emir verme,
  • Ceza ile yola getirmeye çalışma,
  • Kardeşiyle ve başka çocuklarla kıyaslama 

“Çocuk egemen ailelerde, çocuklar isteklerini elde etmek için çoğu zaman tiyatro yaparlar” diyorsunuz. Tiyatro yapmaya bin örnek verir misiniz?

Çocuklar daha beşikte iken tiyatro yapmayı öğreniyorlar. Bu sözümü ilginç ve belki de abartılı bulacaksınız. İzninizle açıklayayım: Bebeklerde 8. aya kadar “maddenin devamlılığı “ hafızası gelişmemiştir. Bir nesne gözünün önünde iken var, görüş alanından çıkınca yok demektir. Bu anne için de geçerlidir. Uykudan uyanan bir bebek gözlerini açıp annesini göremediği zaman yok zannederek paniğe kapılır ve ağlar. Anne, bebeğinin ağlama sesine dayanamayıp yanına gelir. Bebek annesini görünce sevinir. Birkaç denemeden sonra her ağladığında annesinin yanına geldiğini, onunla ilgilendiğini, kucağına alıp sakinleştirmeye çalıştığını fark etmeye başlar.

Bu farkına varıştan sonraki ağlamalar tiyatrodur. Kucağa alışan çocuk yalnız kalmayı öğrenemez. Onun için annelere diyoruz ki: “eğer bebeğinizin karnı tok, altı temiz, gaz veya orta kulak iltihabı gibi rahatsızlık verici bir durum yok ise; bırakın ağlasın. Bir süre ağladıktan sonra kimsinin yanına gelmediğini anlayınca tiyatronun bir işe yaramadığını fark edecek ve susacak; böylece yalnız kalmayı öğrenecektir.

Çarşıda, pazarda, markette tiyatro yaparak anne babasına istediğini yaptıran çocuklar görürsünüz. Bu çocuklar önce ister, sonra yalvarır. Yalvarma işe yaramayınca ağlamaya başlar. Bu da işe yaramazsa ağlayarak ve bağırarak kendisini yere atar. İnsanlar dönüp ağlayarak salya sümük kendisini yere atan çocuğa ve anne babasına bakarlar. Anne baba: “Kalk çocuğum, çok ayıp, herkes bize bakıyor, tamam istediğini alacağım” der teslim olurlar. Çocuk içten içe tiyatro yapmanın, anne babayı sahneye çekip istediğini yaptırmanın keyfini varır.

Anne baba tiyatro yapan çocuğun oyununu boşa çıkarmak için ne yapmalı, nasıl davranmalıdır?

Seyircisiz tiyatro olmaz. Anne baba çocuğun tiyatrosunu izlediği sürece teslim olmak zorunda kalacaktır. Çocuk tiyatro yapmaya başlayınca anne baba bundan hiç etkilenmemiş gibi çocuğun bulunduğu mekânı terk edecek. Evde tiyatro yapıyorsa, anne baba çocuğun bulunduğu odayı terk edecek, başka odaya geçecek. Çarşıda pazarda tiyatro yapıyorsa, çocuğu ikna etmeye çalışmayacak, yürüyüp gidecek.

Yalnız başına kalan çocuk “ben kime tiyatro yapıyorum” diyerek ağlamayı kesecek,  anne babanın yanına gelecek, alışık olduğu üzere isteğini elde etmek için burada tiyatro yapmaya başlayacaktır. Anne baba kararlı bir ses tonuyla: “Artık isteğini bu şekilde ağlayarak elde edemeyeceksin. Ağlamadan istemeyi öğrenmelisin” demelidir.

Aileleri eğitim anlayışlarına göre “kazananlar, kaybedenler ve arada kalanlar“ olmak üzere üç gruba ayırıyor; sonunda “kaybeden yok” adıyla yeni bir yöntem öneriyorsunuz.  Bu aile tiplerini ve kaybeden yok yöntemini kısaca anlatır mısınız?

Anne babalar ve aile büyükleri çocukla bir çatışma veya sorun yaşadıklarında ya kazanacak ya kaybedecek şekilde çözüm üretmektedir. Kimi aileler de duruma göre bazen kazanacak, bazen kaybedecek şekilde çözüm üretirler. Bunlara arada kalanlar diyoruz.

Ana baba okulunda bu aile tiplerini örnek bir senaryo üzerinden anlatıyorum. Şöyle ki: “On yaşında bir oğlunuz var, mahalle takımında oynuyor. Bu gün pazar, maçı var, arkadaşları aşağıda bekliyor. Hava oldukça serin. Oğlunuz kazağını giymeden gömlekle çıkmak üzere, kapıya yöneldi. Ne yaparsınız?” diyorum.

Çoğu annelerin cevabı aşağı yukarı şöyledir: Kazağını giymesini söylerim. Giymek istemezse dışarıda havanın serin olduğunu, üşüyebileceğini söylerim. Yine de giymek istemezse kazağını giymeden çıkmasına izin vermem.” Burada çocuk dışarı çıkabilmek için, istemediği halde, kazağı giymek zorunda kalmaktadır. Çatışmayı anne kazanmış, çocuk kaybetmiştir.

Kimi annelerin cevabı aşağı yukarı şöyledir: “Kazağını giymek istemezse, giymesin. Dışarı çıkınca üşüsün de aklı başına gelsin.”  Burada çatışmayı çocuk kazanmış, anne kaybetmiştir.

Üçüncü bir aile tipi var ki, bunlar en kalabalığıdır. Duruma göre kimi zaman kazanan kimi zaman da kaybeden taraf olurlar. Kazak olayı üzerinden bakacak olursak çoğu anneler “Giymek istemiyorsan, giyme. Üşü de aklın başına gelsin” der kaybeden taraf olurlar. Çocuk üşüyüp geldiğinde nasihate ve eleştiriye başlarlar, kazanan tarafı oynarlar: “Anneni dinlemezsen işte böyle üşürsün. İnşallah bundan sonra annenin sözünü dinlersin” derler.

Bizim önerimize gelince. Anne babalara diyoruz ki: Çocukla bir sorun yaşadığınızda çözüm üretirken kazanmanız veya kaybetmeniz gerekmez. Kimse kaybetmeden de çözüm üretebilirsiniz” diyoruz. Bunun için “Etkili dinleme ve kabul dili” adıyla bir yöntem öneriyoruz. Kazak olayı üzerinden gidersek kazağını giymeden çıkmak isteyen anne ile çocuk arasında şöyle bir diyalog gelişecektir:

Anne: “Oğlum, dışarıda hava serin, üşüyebilirsin, kazağını giysen iyi olur.”

Çocuk: “Üşümüyorum anneciğim, giymek istemiyorum.”

Anne: “Sen bilirsin oğlum. Vücut senin, üşüyüp üşümeyeceğini sen daha iyi bilirsin. Eğer dışarı çıktığında üşüdüğünü hissedersen gelip kazağını alabilirsin.”

Çocuk: “Tamam anneciğim, hoşça kal.”

Anne: “Güle güle, oğlum.”

Bu örnekte anne, çocuk dışarı çıktığında üşüyebileceği, bunun için kazağını giymesi gerektiğini düşünmektedir. Ancak çocuğa kazağını giymesi için baskı yapmamakta, kararı çocuğa bırakmaktadır. “Dışarı çıktığında üşüdüğünü hissedersen gelip kazağını alabilirsin” diyerek açık kapı bırakmaktadır. Çocuk üşüdüğünde, eleştiri ve nasihat alacağı endişesi taşımadan, gelip kazağını alabilir. Böylece sorun çözülmüş olur. Burada kaybeden yoktur.

Kitabınızda, “anne babalar çocuğa seçme hakkı tanıyarak da söz geçirebilir” diyorsunuz.  Bunu da bir örnekle açıklar mısınız?

Anne babaların, özellikle koruyucu annelerin, çocukla çatışma yaşadıkları ve çözüm üretmekte zorlandıkları alanlardan biri de “çocuğa zorla yemek yedirme” olayıdır. Ana baba okulunda yemek yedirme konusunda sıkıntı yaşayan annelere diyorum ki: “Fakirin çocuğu sokakta yağ sürülmüş bir dilim ekmeği iştahla yerken seninki neden ete burun kıvırıyor, biliyor musunuz? Zorla yedirdiğiniz için. Çocuğa acıkma fırsatı vermiyorsunuz. Çocuk acıkmadığı için zorla yedirdiğiniz yemekten zevk almıyor.“

Çok ilginçtir. Anneler hemen kendilerini savunurlar: “Ama hocam ben yedirmezsem, yemiyor” derler. Bu savunma gerçekçi değildir. Çocuk canlı hücrelerden yapıldığına ve bir midesi olduğuna göre bir süre sonra mutlaka acıkacak ve yemek isteyecektir. Bunun için annelere seçeneği olan bir yöntem öneriyorum ve diyorum ki: “Çocuğun inadını kırmak için sabretmeniz ve acı çekmesine katlanmanız gerekecektir.” 

Önerdiğim yöntem şu: Yemek zamanı tok olduğunu söyleyen ve yemek istemeyen çocuğa anne şöyle diyecek: “Bak oğlum/kızım, biz bir aileyiz. Aile üyeleri yemek saatinde hep birlikte sofraya oturur. Şimdi yemek saati, bizimle birlikte oturup yemeğini yemen gerekiyor.” Çocuk alışık olduğu üzere: “Yemek istemiyorum, karnım tok” diyecektir. Anne kararlı bir ses tonuyla: “Oğlum/kızım, ya şimdi sofraya oturur bizimle birlikte yemeğini yersin; ya da bir sonraki yemek saatine kadar hiçbir şey yiyemezsin. Seçimini yap, hangisini istiyorsun?”

Çocuk hiç beklemediği bu teklif karşısında şaşıracak, ancak pes etmek istemediği için “yemek istemiyorum” diyecektir. Anne yine sakin bir ses tonuyla: “Peki, sen bilirsin, demek bir sonraki yemek saatine kadar hiçbir şey yememeyi seçiyorsun” diyecektir. Burada önemli olan bundan sonraki süreçtir. Annenin bu süreci iyi yönetmesi gerekmektedir. Çocuk, doğal olarak, bir iki saat sonra acıkacak; bir şeyler yemek isteyecektir. Anne, kararlı bir ses tonuyla: “Hayır, sen seçimini yaptın, hiçbir şey yiyemezsin, bir sonraki yemek saatine kadar beklemen gerekiyor” diyecek; çocuğun yalvarmalarına, ağlamalarına (tiyatro yapmasına) aldırmayacaktır.

İsterseniz annelerin sık yaşadığı ikinci bir örnek daha vereyim. Çocuklar oyuncaklarıyla onlarken etrafı dağıtır, annelerine iş çıkarırlar. Anne hem oyuncakları toplar hem de söylenir: “Sana kaç kez odanı dağıtmamanı, oynadıktan sonra oyuncaklarını sepetine koymanı söyledim. Neden beni dinlemiyorsun? Anneni üzmek hoşuna mı gidiyor.” Çocuk sağır dinleme yapar, yani annenin sözleri çocukta bir değişikliğe yol açmaz. Anne böyle yapacağına seçenekleri olan bir yöntem uygulayabilir.

Yapbozları toplatmak için şöyle diyecektir: “Kızım/oğlum, yapbozlarla işin bittiğine göre onları toplamanı istiyorum.”  Çocuğun sağır dinleme yapıp yapbozları toplamadığını, oyuncak bebeğiyle oynamaya devam ettiğini varsayalım. Anne yerinden kalktığı gibi bebeği çocuğun elinden almalı: “Ya dağıttığın yapbozları toplar kutusuna koyarsın, ya da ben toplar bebekle birlikte kaldırırım; iki gün süreyle onlarla oynayamazsın. Seçimini yap, hangisini istiyorsun?” Akıllı bir çocuk yapbozları toplama seçeneğini tercih edecektir. Çünkü diğer seçenekte iki gün yapbozlardan ve bebeğinden uzak kalarak daha ağır bir bedel ödemek zorunda kalacaktır.

Küçük çocuklara söz geçirmede, özellikle şiddet içeren davranışlarını durdurmada anne babalara “mola” yöntemi öneriyorsunuz. Mola yöntemini kısaca anlatır mısınız?

Mola yöntemini kısaca “olumsuz davranışı özendiren, tekrarlatan ve pekiştiren ortamdan uzakta geçirilen zaman” olarak tarif edebiliriz. Buna göre, mola bir hapis cezası değildir. Hapis cezaları uzun süreli olmalarına rağmen, molalar kısa süreli olup davranışın ciddiyetine göre en fazla yirmi dakika ile sınırlıdır. Hapis cezasında doğru davranışı deneme fırsatı yoktur. Mola yönteminde çocuğa doğru davranışı deneme fırsatı verilir.

Ceza ortamında düzeltici eğitim ve doğru davranışı öğrenme gerçekleşmez. Mola öğretmek istediğimiz dersin pekiştirilmesini ve duygu kontrolünü sağlar. Mola anne babanın ve çocuğun duygularını incitmez; benlik saygısına zarar vermez. Sık kullanılabilir. Hızlı ve pratiktir. Özellikle küçük çocukların fiziksel şiddet içeren davranışlarını durdurmada etkili ve sağlıklı bir yoldur.

Mola yöntemini uygulamaya geçmeden önce, molanın ne olduğunu, niçin kullandığımızı çocuğa anlatmamız gerekir. Şöyle bir açıklama yapılabilir: "Senin sorumluluk kazanman kurallara uyman ve bizimle daha iyi geçinmen için yeni bir plânımız var. Hatalı bir davranışta bulunduğunu fark ettiğimiz zaman sana durmanı söyleyeceğiz. Odana gitmeni ve bir süre odanda kalmanı isteyeceğiz. Süre dolunca sana haber vereceğiz. Eğer süre dolmadan çıkarsan odana geri göndereceğiz ve zaman yeniden başlayacak. Onun için süre dolmadan çıkmanı tavsiye etmiyoruz.”

Küçük çocuklar için istenmeyen davranışların bir listesi hazırlayabiliriz. Liste için çocuğun okuma yazma bilmesi gerekmez. Liste yapar çocuğa okuruz ve listeyi göreceği bir yere asarız.

Onaylanmayan Davranışlar:

  • Vurmak yok
  • Isırmak yok
  • Tekme atmak yok
  • Saç çekmek yok
  • Tükürmek yok
  • İtmek yok

Bunları yaptığın zaman durmanı söyleyeceğiz ve seni molaya göndereceğiz.

Molaya gönderirken çocuğa ceza alıyormuş kanaati verecek, kızgın bir ses tonu ve yüz ifadesi kullanmaktan sakınmalı; mola uyguladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi çocukla aramızda temiz bir sayfa açmalıyız. Mola için sıkıcı ve boş bir yer seçelim; ancak seçtiğimiz yer çocuğun korkacağı karanlık bir yer olmamalıdır.