“Evladım, içkin var mı?” baban, “Yok efendim”, “Kumarın var mı?” baban,”Yok efendim”, “Geçinecek maaşın da var. Ailene bakacak kadar tutumlu, har vurup savurmayan birisindir sanırım” baban; “Evet efendim” “Maşallah evladım içkin yok, kumarın yok, serseriliklerin yok. Pekâlâ, hiç mi kötü huyun yok?” Baban bu soru karşısında boynunu büktü, “Bir tek kötü huyum var efendim”. Babam gülümsedi, “Bir tek kötü huy mu? Eh evladım da olacak o kadar. Söyle bakalım neymiş o kötü huyun?” Baban da; “Çok yalan söylerim” dedi.

         Ünal ayağa kalkıp Aslan’ı kovalamaya çalıştı ama Aslan, Can’ın arkasına saklanarak;

         —Can da öğrendi diye mi kızıyorsun ya! Gerçeklerle yüzleşmek zorundasın enişte. Ayrıca buradan alacağın bir ders var, benimle dalga geçmeye kalkarsan unutma “Aslan’la uğraşmak tehlikelidir”

         Can gülmesine ara verip;

         —Benim babam hiç yalan söylemez, ben inanmadım ki anlattıklarına.

         —Vay, baba oğul, dayıya karşı ha. Can, seni de düşmanlar hanesine yazıyorum. O zaman bir hatırasını daha anlatayım. Dayın aslan ya, baban kedi bile olmadığını itiraf etti bir keresinde.

         Ünal kaşlarını çattı;

         —Bakalım yine ne uyduracak ama bu kez kesin cezayı hak edecek gibi geliyor.

—Ne uydurması enişte ya. Dinle can, bir keresinde köyde babamların evindeydik. Biz otururken, birden ablam mutfaktan bağırdı; “Ünal, yetiş fare vaaar!” diye. Eniştem de koşacağı yerde, masanın üstüne çıktı, “Ne yetişmesi Cemile yahu, ben kedi miyim!” diye bağırdı.

Aslan, Ünal’dan da kaçmak için koşarak salondan çıkarken, kapı çalındı;

—Bir dakika, kapı çalıyooor. Çekil abla, ben bakarım. Bir arkadaşa adresi vermiştim, eleman arayan filan olursa haber ver diye.

Aslan kapıya gitti ama kapıda komşu teyze vardı. Ablası da peşinden kapıya gelince, döndü Can’la eniştesinin yanına gitti;

—Can, komşu teyze seni istiyor.

—Beni mi? Beni niye istiyor ki?

—Konuşma da koş.

Can koşar gibi gitti.

—Teyze beni istemişsin.

—Seni mi? Yok oğlum, dayın yanlış anlamış. “Kazmaya benzer bir şey var mı?” dedim.

Can yüzü kızararak geri döndü.

—Alacağın olsun dayı.

—Ne kızıyorsun ki, bizim evde kazmaya en çok benzeyen sen değil misin? Hem dayına karşı babanı savun, hem de… Hadi içeri geç ders çalış, biz de eniştemle barışıp kafa dinleyelim. Değil mi enişte?

—İyi hadi bakalım, Can sen içeri odaya geç, “ilk günden ödev verdiler” diyordun. Ödevini bitir. Aslan sen de TV’nin düğmesine bas bakalım.

Aslan TV’yi açtı, bir yarışma programı vardı. Ünal;

—Değiştir, müzikli bir yer aç

—Enişte yarışma dursun, değiştirme de iki dakika, engin bilgimi göstereyim ya.

—İyi dursun bakalım.

TV’deki spiker; “Türkiye’nin en yüksek dağı hangisidir”

Aslan, “Şeydi ya, şeydi… Yok, Erciyes değildi de şeydi, dilimin ucunda”

Can içerden koşarak geldi. “Ağrı dağı”

Aslan bozulmuş vaziyette “Sanki ben bilemeyecektim. Geç içeri dersini çalış ukala”

Az sonra TV’deki spiker; “Türkiye’nin en büyük akarsuyu hangisidir”

Aslan,  Can gelmeden cevaplamak için acele eder “Şeydi ya, şey şey Dicle miydi, Fırat mıydı?”

Can içerden koşarak geldi. “Kızılırmak”

Spikerin sesi “Evet Kızılırmak, doğru cevap.”

Can hava atarak içeri gider “Dayı bilemediğin olunca seslen”

Aslan, kıs kıs gülen eniştesine baktı, fısıldadı;

—Sen gül enişte ben daha son sözümü söylemedim. Ama karışma yok, tamam mı?

—Tamam, tamam, karışmam. Ben karışmasam da Can yeter sana.

Az sonra aslan TV’ye bakarak; Ne biçim soru bu ya… Ne yazıyor Damlaya damlaya ne olur?” şey olur, şey…

Can bağırarak gelir “Damlaya damlaya göl olur” Can cevabı bildim diye sevinçle TV’ye bakar. Ama ekranda başka bir soru vardı. Aslan;

—Ya… Dayıyla dalga geçersen böyle rezil olursun. Koş bakayım dersinin başına. Sen bu kafayla anca mühendis olursun.

Ünal kızarak;

—Öbür kafayla da işsiz güçsüz mü olur?

—Enişte, kimi ima ettiğini anlamadım sanma. Bu gün işsiz olabilirim ama bir gün büyük adam olacam.

—Yahu Aslan, ben sana ‘Adam olamazsın’ demedim ki, “Vali olamazsın” dedim”

—Geç dalganı bakalım enişte son gülen ben olacağım.

—Bak bu konuda haklısın. Esprileri en son sen anlıyorsun.

—Ablaaaaa…

—Ne oluyor yahu, niye ablana bağırıyorsun?

—Ablaaa… Eniştem benle dalga geçiyor!

—Dur yahu koca adamsın, dalga geçmiyoruz, latife latife…

—Abla, bana latife yapıyor.

—Aslan, istersen ben de babanı çağırayım, seni şikâyet edeyim.

—Ne diyeceksin ki enişte?

—Bekle, neler söyleyeceğim, neler.

—Hadi ya… Hah ablam da geldi.

—Ne oluyor burada, kim üzüyor kardeşimi?

—Abla çok değişmişsin.

—Zayıflamış mıyım?

—Onu demiyorum. Az önce babam kızarken beni hiç savunmuyordun.

—Ben sana yardıma geldim, senin konuştuğuna bak. Ne oldu sen onu söyle?

—Eniştemle iddiaya girdim, ‘Ablamı çağırsam hemen gelir’ dedim de inanmadı.

Can yanlarına geldi;

—Dayı, uyumadan bir maceranı daha anlatır mısın?

—Ne anlatayım yahu… Ben macera adamı mıyım?

—Dayı geçenlerde biz uyuyacakken, “Matbaa maceramı da başka akşam anlatırım” demiştin, hiç anlatmadın.

—Haa.. matbaada çalışırkenki olay. Hatırladım şimdi ama senin unutman lazımdı.

—Hadi anlat dayı.

—Tamam tamam. Dişlerinizi fırçaladıysanız, geçin yatağınıza anlatayım. Ama sonra uyuyacaksınız.

—Tamam dayı.

Çocuklar yataklarına geçince, Aslan iki çocuğun yatağını da görecek şekilde sandalyeye oturdu. Onların konuşmalarını duyunca, meraklanıp Ünal bey de yanlarına gelmişti. Aslan anlatmaya başladı;

—Bir gün matbaada çalışıyorum. İş yerinde gıcık bir arkadaş vardı. Kötü espriler yapar, çenesi hiç durmazdı. Bir gün fena sinirlendim. Acil iş çıktığı durumlarda çağırmak İş arkadaşlarının ev telefonları hepimizde var. Ben bekar evinde kalıyorum. Birkaç arkadaşı da ikna ettim. Bu gıcık, düşük çeneli arkadaşın evini gece yarısı 2 de arattım. 1. arayan arkadaş;

“Alo Hulusi ile görüşecektim.”

“Yok burada öyle biri.”

“Öyle mi oysa bize bu telefonu vermişti, saat iki de arayın demişti.”

“Yok numarayı yanlış vermiş.”

“Pardon sizi de uyandırdım. Bu saatte uyanınca uyumak da zor olacak.”

“Tamam tamam, önemli değil.”

Bu ilk uyandırma da adamı baya rahatsız ettik. Saat 3’te de 2. arkadaşa arattım.

“İyi geceler, Hulusi beyle görüşecektim.”

“Yok kardeşim, kim verdi size bu numarayı yahu.”

“Hulusi bey verdi, tam bu saatte arayın dedi. Bana ne bağırıyorsun ki kardeşim.”

“Saat kaç biliyor musun?”

“Saatin kaç olduğunu bana soracağına bir saat al yahu.

“Ben kaç olduğunu biliyorum, saat 3. Bu saatte aranır mı?”

“Kaçta arayım.”

“Hiç arama, yok burada öyle biri.”

Çat diye telefonu kapattı. Biz arkadaşlarla gülüyoruz. Sonra adamın uyumasını bekledik. Bu kez saat 4’de sesi kalın arkadaş mafya vari bir ses tonuyla aradı;

“Alooo…  ben Hulusi, koçum beni arayan oldu mu?”

Uykusuz, sinirleri bozulmuş arkadaş öfkeyle bağırırken biz hemen telefonu kapattık.

O gece baya güldük. Ertesi gün konuşmayı bırak, öfkesinden kimse yanına yaklaşamıyordu.

Ünal;

—Ne biçim intikam almışsınız be…

—Beğendiysen, telefonunu ver de, bir gece seni de arasın arkadaşlar.

—Yok sağ ol, gerekmez.

Cemile hanım odaya girdi, kaşlarını çatarak;

—Aslan, sen yarın öğleye kadar uyursun da, çocuklar okula gidecek.

—Hah abla ben de bir saattir susun da uyuyun diyorum keratalara.

—Aaaa dayı.

—Dayı dersiniz şimdi değil mi, hem sözümü dinlemeyin.

—Ama dayı

—Sus bakayım Can. Zaten en çok sen konuşuyorsun. Tamam, abla, uyurlar şimdi. Hadi iyi uykular.

—Size de iyi geceler. Sesiniz gelmesin artık.

 

***                        ***                        ***                        ***

Ertesi gün akşam Aslan geç saatte işten gelmişti. Elinde poşetlerle, yorgun argın eve geldi. Babası elinde çayı balkonda oturuyordu. Aslan sitemli sitemli;

—Babam balkonda çayını içtiğine göre yemeğe beni beklememişsiniz.

Eniştesi;

—İşten kaçta geleceğini bilmiyorduk ki. Neyse, çocuklar beklemez de, biz yemeğe başlamayıp, bu geldiğin saate kadar bekleriz seni.

—Yarın akşam mı? Yok, gerek yok enişte, düşünmen de yeter.

—Bekleriz bekleriz.

—İlla söyleteceksin değil mi! Tamam anlaşamadık, ayrıldım işten.

—Yine ne oldu, anlat.

—Canım ne olacak. Sabah biraz geciktim diye kızdılar önce.

Ablası, herkesin duyabileceği bir sesle;

—Biraz gecikti, açıkçası öğlen olmamıştı.

—Tamam, canım, öğleye doğru gittim işe. Neyse, meğer un getiren kamyonlar bir sabah saatlerinde geliyormuş, bir de akşam iş çıkışına doğru.

—İyi ya, akşamkinde çalışmışsındır.

—Çalıştım canım, yevmiye de aldım. Baksanıza elim kolum dolu.

—Sağoool Aslan, gördük. Poşetleri o kadar salladın ki orta yerde, emin ol görmeyen kalmadı. Sen işten niye… Nerdeyse niye kovuldun diyecektim ya. Neydi o kelime?

—Ayrılmak enişte. Ay-rıl-dım.

—Tamam canım. Niye ayrıldın onu söyle.

—Gündüz de boş bırakmadılar, yordular beni. Neyse, akşam oldu kocaman bir kamyon yanaştı. Yahu koca şehri siz mi besliyorsunuz. O kadar un çuvalı indirdik ki canım çıktı. Un çuvalları bitince, ben patrona havalı görünmek için. “İş kolaymış, hiç yorulmadım. Bir kamyon un gelse indiririm.” Dedim. Adam ciddi ciddi demesin mi? “Zaten iki kamyon indireceksin. Hah… İkincisi de geldi” deyince bir baktım, doğru söylüyor. “İmkânı yok, indiremem canım çıktı yahu!” diye bağırdım.

—Hani bir kamyon un daha indirebilirim demiştin?

—Patrona hava olsun diye dedim. Zaten söylerken ayakta zor duruyordum. Neyse adam insaflıymış, günlük yevmiyemi verdi; “Bu iş sana göre değil. Sen büyük işlerin adamısın. Bir daha buraya gelme” diye rica etti. Ben de kıramadım. Neyse, yemeği sonra yiyeceğim, mutfakta biraz işim var. Kimse gelmesin, sürpriz yapacağım size.

 ---- 3. Bölüm Sonu  ---