banner306

Ekmeğimizi değil, kimliğimizi tüketiyoruz

Yatılı okuldaki ilk günlerimin hiç unutamadığım travması, diğer yedi öğrenciyle paylaştığım yemek masamda, bana ayrılan ekmek çeyreğinin önümdeki yemeklere eşlik etmeye yetmemesi idi.

1977 yılında devletin sıradan bir ortaokul öğrencisi için öğün başına ayırdığı ekmek miktarı, dörde bölünmüş “tayın” ekmeğinin bir çeyreği olmasına rağmen, yazları Çankırı’nın Kurşunlu ilçesindeki evime gittiğimde yediğim bazlamanın ardı hiç bir öğünümde kesilmezdi.

İleriki yıllarda okulların açıldığı dönemlerde yanımda götürdüğüm ekmeklerin tazeleri bir kaç gün, bayattan kurutulmuş halleri ise bir kaç hafta idare ederdi beni. Geceleri acıktığımda dolabımdaki kuru peksimet haline getirdiğim ekmekleri ıslatır, hamur kıvamında karnımı doyururdum.

Ekmek, içinde şekillendiğim iç anadolu kültüründe esas beslenme unsuru idi. Onsuz bir kaşık pilav bile haram gelir, yere düşen tek bir lokma ekmek öpülür, başa konur ve yüksekte bir yerde aç hayvanların kullanımına sunulurdu.

Oysa şimdilerde!

Oysa şimdilerde, tek bir öğün için elimizdeki seçeneklerin ne denli artmış olduğunu görüyor ve seçeneklerin olumlamasında karşılığını belirleme zorluğuyla karmakarışık duygular içinde yoruluyorum.

Bu satırları yazmaya karar verdiğim an, son öğle yemeğimde masada yer alan ekmek çeşitlerinin çılgınlığını kavradığım andı. Çavdar buğdaylı ekmek, bazlama ekmek, beyaz ekmek, mısırlı ekmek, cevizli ekmek, zeytinli ekmek, tandır ekmek, ekşi mayalı ekmek...

Ben hafta sonu Hasanoğlan (Ankara) yerel pazarından aldığımız Emine teyzenin evinde pişirdiği ve ekmek teknesinin içine koyarak yağan kar altında sattığı “Ekşi mayalı ekmeği” tercih ettim. Neden bunu tercih ettin diye soran eşime ise yanıt veremedim. veremedim ama, içimdeki okul çağındaki çocuk yanım, en dayanıklı ekmeği tercih etme refleksinin baskın çıktığı gerçeğini fısıldıyordu kulağıma.

Çünkü ben ekmeğin ara ihtiyaç değil, temel ihtiyaç olduğu gerçeğiyle büyüdüm.

Doyal ve Gough’un tanımlamasıyla yetiştiğim dönemin zorunlulukları ihtiyaçlarımın ‘temel’ esaslarda şekillenmesi benim için başka seçim seçeneğim olmayan koşullardan gelişmişti.

Daha 30-35 yıl öncesi kurutarak bir sonraki ihtiyaç anı için kullanım ömrü uzatılan ‘ekmek’ kavramı ile Maslow’un ihtiyaç teorisinden ne kadar besleniyorsak, bugünkü çoklu ekmek seçeneklerinin ve kullanım hoyratlıklarının da Jevons’un (1905) “Tüketim” kuramından o kadar besleniyor olduğumuzun bir göstergesi değil midir?

Eskiden bizi küresel kapitalizmin şiddetinden kurtaran şey henüz ulaşılamaz olduğumuz gerçeği miydi?

O zaman Aristoteles’in söylemlediği yalnızlık mıydı bizi tüketim tükenişinden koruyan?

Hasanoğlan yerel pazarında Emine teyze, evinde ürettiği ekşi mayalı ekmeği bir meta olarak pazarlıyor ve ben Ankara’nın Merkez ilçesinden giderek onu içimdeki yetişme koşullarım gerçeğiyle refleks olarak seçerek satın alıyorum.

Bourdieu’ya göre yetiştiğim dönemin bende şekillendirdiği kültürel ve o günlerin yetersizliğinde şekilenen ekonomik sermayem bu mudur?

Ekşi mayalı ekmeği alarak onu tüketme planım dahilinde hangi sembolik mesajı yayıyorum evrene? Ya da öğle yemeğinde masamıza koyduğu ‘çavdar buğdaylı ekmek, bazlama ekmek, beyaz ekmek, mısırlı ekmek, cevizli ekmek, zeytinli ekmek, tandır ekmek, ekşi mayalı ekmek’ seçenekleri ile sevgili eşim kendisi, ailemiz ve yaşam çevresi ile ilgili olarak (Douglas & Isherwood) hangi söylemleri yaratıyor?

Çok çeşitli ekmek üretimi, pazarlama seçeneği haline getirme, onları satın alabiliyor oluşumuz, tüketiyor (!) görünüşümüz bize ne tür biz kazanım (!) sağlıyor?

Masada yer alan ekmek seçeneklerinin sınırsız çokluğu bizim satın alma gücümüzün varlığından mı kaynaklanıyor?

Yoksa bu; satan, pazarlayan gücün bize karşı kazandığı bir galibiyet midir?

Beğeniyor muyuz, tükettiriliyor muyuz?

Toplumun hangi sınıfında kendimize yer arıyoruz?

Bizim mahallede çeşit dolu ekmek üretimi yapan fırın olmasa kendimizi sembolik olarak ifade etmede zorlanacak mıyız?

O fırın mıdır bizi toplumda saygın kılma sihrini yaratan?

Baudrillard’ın işaretleri ile toplumda kazandığımız mertebe, mevki ve statünün mahallemizdeki bu fırında pişirildiğini kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Zeytinli ekmek neyin göstergesidir? Neyi sembolize eder?

Bilemedim...

Bauman’ın o muhteşem sarmalı geldi aklıma: ‘İnsan yaşamak için mi tüketiyor, tüketmek için mi yaşıyor?’

Düşünmeden edemedim: ‘Ben yaşamak için mi o çavdar ekmeğini tüketeceğim, yoksa ekşi mayalı ekmeği tüketmek için mi yaşayacağım?’

Okul yıllarında öğle yemeği saatleri geldiğinde masadaki diğer öğrencilerden biri o öğünde ekmeğini yemeyip bana versin diye dua ederdim. Ekmek tek tipti. Ve dualarım da, o tek tip ekmek içindi. İyi ki tek tip ekmek üretiliyormuş o zamanlar; şimdilerdeki gibi olsa ma’zallah, ne dua yeterdi ne zaman.

***

“Tüketim hem toplumsal yaşam hem de kültürel değerler için önemli bir odak noktasıdır.” diyor, Chaney. Çok doğru.

Tüketim anı için ‘metalaşmış arzu nesnesini satın alma anı’ diyen ifade de en az Chaney’in ifadesi kadar doğru.

Hangi arzularımızın esiriyiz?

***

Saunders ‘sınıfsal konumlar maddi yaşam şanslarının özsel temeli değildir. Gelişmiş kapitalist toplumlarda sınıfsal yapı üretim değil tüketim ilişkileri tarafından belirlenir’ diyor.

Söz konusu tüketim ilişkileri içinde tükettiğimiz metanın bizi hangi sınıfın içine yönlendirdiğini ya da hangi sınıfa dahil olabilmek için hangi arada gereken metaların ne olduğuna karar verdiğimi anlayabilmeme yardımcı olduğu için seviyorum bu sosyoloji disiplinini: Bana ait olduğum toplumla olan iletişimimde nedensellerimi tanıyabilme fırsatı veriyor, yaşadığım dinamiği anlamlandırıyorum. Tükettiğim meta üzerinde bireysel rolümün ne denli etkin olduğunu, içinde yer aldığım toplumsal grubun bundaki rolünü sorguluyorum. Dünyanın bir başka coğrafyasındaki, bir başka ekonomik kültüründeki Alan Warde’nin aldığı notların, Kurşunlu gibi küçük bir kasabada filizlenen yaşamıma yansımasının hayretini duyumsuyorum.

1970’li yılların koşullarında devlet tarafından üretilen ekmeğin tekilliğiyle, evlerde üretilen ekmeklerin özgüllüğü geçerli iken; kapitalizmin bugünlerinde, tedarik süreci kompanentlerinin baskın olduğu, kolay ulaşılabilirliğin sağlandığı, esnek üretimin zaferi ile bireyin anlık hazzına ulaşabilmeyi hedefleyen sınırsız pazarlama tekniklerine yenik düşmemek ne mümkün !

***

Okuldaki öğle yemeğimde masamdaki diğer öğrencinin tabağımda işaret edeceği hemen her yemekle takasa hazırdım onun ekmek çeyreğini. Benim için kullanım değerinin en üst düzeyde olduğu bir meta idi o.

Şimdilerde ise hanım günlerinde masaya yayılan türlü çeşit ekmek türevlerinin hoyratlığında Weber’in “statü” belirteçleri, Veblen’in “gösterişciliği" ve Bourdieu’nun “farklılık” ihtiyacının gülümseyen yüzlerini hissediyorum.

Kapitalizm hemen herkesi, hemen her şeyi ve hemen her gücü yendi !

Çünkü enerjisini insanoğlundan aldı.


Çünkü kapitalizm, insanoğluna tüketim merkezli bir kimlik stratejisi dayattı.

Marx’ın tarihsel sınıf belirleyicilerini, Lukacs’ın diyalektik sürecini üretime yabancılaşmış tüketiciler varlığıyla sorgulattı.

İnsanlar değişmedi, değişen sadece içlerindeki kapitalist ruha buldukları yeni kulvar seçeneği oldu. Kimliklerini tanımladıklarında mutlu olduklarını düşünen bir insan tipi yaratıldı. Tüketim; toplumsal konum belirleme, kimliklendirme aracı haline dönüştüğünde kapitalizmin zaferi kaçınılmaz oldu. 10 çeşit ekmek üreten fırın gözde iken, yanıbaşında açılan ve 20 ekmek tipi üreten fırına yenilgisi kat’i oldu. Nasıl üretildiğinden çok, çok sayıda ürünün nasıl tüketildiği ana sorunsal oldu.

Aslında tüketilen meta değil, metaya ulaşırken deneyimlenen hazlar idi.

Zaten hazlar tüketildikten sonra ekmekler kurutulup gece yarısı yenebilme olasılığına karşın korunmuyor, doğrudan tazeliklerinde çöpe gidiyorlardı.

2013 yılı verilerine göre (ekmekisrafetme.com) günlük ekmek israfı 1.223 ton, yılda 447 bin ton, günde 4,9 milyon adet, yılda 1,79 milyar adettir. Üretilen ekmeğin %5,4’ü israf edilmektedir.

Çünkü bugünün post-modernist çağında kaygı ekmeğin kullanım değeri değil, değişim ve kimlik değeridir. Tüketilen ekmek değil, metayı elde etmiş olma hayali ve hazzının tüketimidir.

***

Bilemediğim ve karar veremediğim tek şey geçmişin o kurutulup ıslatılan ekmeğini yerken gece yarısında duyduğum hazzın bugünün fırınlarında üretilip, çöplerde tüketilen onlarca çeşit ekmeklerin hiçbirini yerken edinemediğim gerçeğidir.

Açlık kadar büyük disiplinin olmadığı bir gerçeklikte yaşıyoruz. Açlığın giderilmesinden daha büyük bir haz yok iken, deneyimlemeye çalıştığımız ulaşılabilirliğimizin yüksek olduğu gündelik hiçbir metanın tüketiminden aynı hazzı deneyimlemek mümkün olmayacaktır.

Mahallemizdeki fırın hiçbir zaman devletin bana onlu yaşlarımda yedirdiği o çeyrek dilim ekmeği tüketirken aldığım hazzı veremeyecektir.

Prof. Dr. Mehmet Eryılmaz

YORUM EKLE

banner304