Melamet Hırkası ve Melamiler

Ahmet Aslan’ın o güzel yorumuyla Ben Melamet hırkasını /Kendim giydim eynime (sırtıma) /Ar u namus şişesini /Taşa çaldım kime ne dizelerini dinleyenlerden özellikle alevi kardeşlerimizden acaba kaç tanesi Melamileri tanıyor, bu dizelerde geçen meyhane, şarap, dem, dost, yar kelimelerinin birer sembol olduğunu biliyor? İsterseniz yazımıza önce Melamilerin kim ve Melamiye itikadının ne olduğunu anlatarak başlayalım.

Melamiler, dini daha derin ve içten bir şekilde yaşama arzusunda olan hak yolun yolcusu zâhidlerdir. Özellikle IX. yüzyıldan itibaren Bağdat, Şam, Mısır ve Nîşâbur’da odaklaşmaya, dinî hayata dair iç yaşantılarını, kendilerine has düşüncelerini yine kendilerine has terimlerle ifade etmeye başladıkları görülmektedir. Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin henüz yaygın biçimde kullanılmadığı tasavvuf müessesesinin kuruluş aşamasını oluşturan bu dönemde, Bağdat merkez olmak üzere Irak’ta, İran’ın Horasan bölgesinde ve bu bölgenin merkezi Nîşâbur’da gelişen iki zühd akımı dikkati çekmektedir.

Hargûşî, Melâmetîler’in önceleri “mahzûnîn” diye anıldıklarını, Allah yolunda “kınayanın kınamasından korkmamanın” (el-Mâide 5/54) temel ilkeleri olması sebebiyle halkın beğenisini kazanmak için dış görünüşlerini süslemeye, toplum arasında ayırt edilmelerini sağlayan bir görünüşe sahip olmaya önem vermediklerini söyler. Gönül dünyalarını ve sırlarını bezemek amacıyla Allah’a yöneldiklerini, hayrı gizleme ve şerri açığa vurmanın temel özelliklerinden olduğunu, bâtınlarında (iç dünyalarında) iddia, zâhirlerinde (dış görünüşlerinde) riya bulunmadığını ve Allah ile aralarında bir sır olan gönül dünyalarından kendilerinin bile haberdar olmadıklarını anlatır.

Melâmetîlik ile sûfîliğin birbirinden farklı oluşuna muhtemelen ilk defa temas eden Hargûşî’ye göre Melâmetîler’in metodu ilme, sûfîlerin metodu hale dayanmaktadır. Melâmetîler, çalışmayı ve kendi el emekleriyle geçinmeyi tercih ve teşvik etmelerine karşılık sûfîlerin çalışmayı bırakıp zühd ve tevekkül üzere yaşamayı tercih etmektedir. Melâmetîler, bâtınlarındaki “nefsin kendisine ait olmayan bir şeyi kendine izâfe (mal) etmesi” anlamına gelen her türlü iddiayı terk edip yalnızca gönüllerini terakki ettirmeye çalışırlar. Başkalarının kusurlarıyla ilgilenmeyi bırakarak kendi kusurlarıyla meşgul olurlar.

Onların halleri Allah ile kendi aralarında sımsıkı sakladıkları sırlardır; bunları başkalarından gizleme konusunda çok titiz davranırlar. Çarşıda, pazarda, sokakta halk ile iç içe yaşar, ancak gönüllerindeki mânevî halleri onlardan saklamaya özen gösterirler. Zâhirleriyle bâtınlarını, bâtınlarıyla zâhirlerini kınamaya devam ederler. Seyrüsülûk metotları “halk ile tahalluk, Hak ile seyr”, yani halk içinde onlardan biriymiş gibi hareket etmek, fakat Hak’tan bir an bile gafil olmamaktır. İbadet ve taatleri ifa ettikten sonra hemen unuturlar, çünkü onları unutmamak onlara değer vermek anlamına gelir; bu da kibir, ucb ve riyaya sebep olur. Melâmetîler’in temel ilkesinin riya, kendini beğenme ve şöhret düşkünlüğü gibi nefsin tezâhürlerine karşı nefsi kınama (levm) yöntemiyle mücadele etme ve ihlâsı gerçekleştirme olduğu söylenebilir.

Melâmetîler amellerini gizleme taraftarı olmuşlar, kalbî ve fiilî amellerinin başkaları tarafından bilinmesini hoş karşılamadıkları gibi kendilerini farkettirecek özelliklerle ortaya çıkmaktan sakınmışlar, bu sebeple sûfîler gibi özel kıyafetler giyinmeyip halktan biriymiş gibi görünmeyi tercih etmişlerdir. İbn Teymiyye’nin bile takdirle andığı bu anlamdaki Melâmetîlik, sûfîlerin âdâb-erkân ve kıyafetlerine muhalif bir hareket olarak değerlendirilmiştir. Sûfîlerin, daha sonraki dönemlerde tarikatlar şeklinde örgütlenip kendilerine özgü yaşam tarzı ve kıyafetlerle halktan ayrılmalarına karşılık melâmet ehli bunlara gerek duymamış ve kendilerine toplum içinde ayrı bir zümre görünümü vermeyi uygun bulmamıştır.

Divan Edebiyatında Mey ve Meyhane

Özellikle şiirde meyhane merkezli sembol kullanılması temelinde vahdet-i vücut düşüncesi bulunan tasavvufi bir bu edebiyat türüdür. Kullanılan semboller, insanın içerisinde bulunan aşkın ve ilahi sevginin yansıması olarak görülür. Mutasavvıf şairler eserlerinde dini hayatı, ilahi aşkı, peygamber sevgisini ve kalp ilmini ön plana çıkarmışlar.

Divan edebiyatında mecazi anlamıyla en çok kullanılan kavram olarak ‘mey’ tasavvuf edebiyatında sık kullanılmış. Mutasavvıf şairler ‘mey’i ilahi aşk anlamında kullanmışlar, mey içip sekr (sarhoş) olma halini tasvir etmişler. Hoca Ahmed Yesevi “Divan-ı Hikmet” adlı meşhur eserinde yedinci hikmette şöyle der:

“Otuz üçte saki olup mey paylaştırdım

Şarap kadehini ele alıp doyasıya içtim.”

Mutasavvıf şairler meyhane kavramını tekkeyi ifade etmek için kullanmışlardır. Saki (şarap dağıtan) da tekke şeyhine işarettir. Meyhane, ilahi aşkın sunulduğu, her türlü dünyalıktan, kötülükten ve çirkinlikten uzakta olunan tekke ve dergâhtır. Şiirde mey ve sekr (sarhoşluk) kelimelerini kullanan şair anlam bütünlüğünü meyhane kelimesiyle sağlamaya çalışır. Ona göre ilahi aşkı ifade eden mey ilahi aşkın yaşandığı meyhanede içilir.

Aynı şekilde şem ve nur, Cenabı Hak’tır. Sâkî ve sârbân mürşit; hum, humhâne, kâse, kadeh, cam kelimeleri âşığın kalbi; sâki de ilâhî hakikati öğreten kişi yani şeyhtir, mürşittir. Bunun gibi daha birçok terim farklı anlamlarda karşımıza çıkar. 

Yunus Emre meyhaneden şöyle bahseder:

“Bir sakiden içtim şarap,

Arştan yüce meyhanesi…

Ol sakinin mestleriyiz,

Canlar onun divanesi.”

Divan edebiyatının ünlü şairlerinden İranlı âlim ve filozof Ömer Hayyâm da bu sembolleri kullanır. Ancak ne yazık ki günümüz insanı tarafından şarabı yücelten sarhoş ve ayyaş bir şair olarak bilinir ya buna yanarım. Şu dizeleri oldukça anlamlıdır:

Bir elde kadeh, bir elde Kuran;

Bir helâldir işimiz, bir haram.

Şu yarım yamalak dünyada

Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman!

Niceleri geldi neler istediler,

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler,

Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler…

…………………………………………………………………………..

(*) Zühd: Dünyayı ve dünya malını fazla önemsememek. Nefsani zevk ve arzulardan kendini korumak için ibadete ve tefekküre yönelmek.

(**) Seyrüsülûk: Tarikatlarda kat edilen manevi yolculuk, manevi gelişme

YORUM EKLE
YORUMLAR
Can alpgüvenç
Can alpgüvenç - 4 yıl Önce

Etraflıca araştırılmış ve güzel tasarlanmış bir yazı. Yazarı tebrik ediyor, kendisinden böyle toplumu aydınlatan, nice faydalı yazılar bekliyoruz.

Mehmet Zeki Aydın
Mehmet Zeki Aydın - 4 yıl Önce

Hocam çok güzel açıklamışsınız. Bir de Ömer Hayyamın şiirini açıklayan bir yazı bekleriz.

Nesimi
Nesimi - 3 yıl Önce

Ömer hayyamıda müslüman yaptın ya pes

Ayhan
Ayhan - 2 yıl Önce

Sufiler diye ötekileştirmeniz kendinizi ustte tutmaniz nefsinizi yenemediginize delalettir.Tevhide aykırı ham insanın işidir.Kendi nefsimizin kusurunu goruruz demissiniz amma baskalarına giydrimissiniz.Daha çok pismeniz lazım.Ahmet efendi gibi bir zâta layık olamamıssınız.yazık bence konusmayın pismeye devam edin