Surdaki Sır

XVII. yüzyıl Ankara Romanı…

Surdaki Sır

“Hükmü Sultan olmazsa, hata gelmez cellattan”

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, beş şehrinden biri olan Ankara’yı daha önce birkaç kez okumuştum. Geçenlerde odamda ki duvarda asılı duran “Ankara Manzarası Tablosu”na bakarak bir kez daha okudum. Tanpınar’ın, bir asır önceki Ankara’sı ile ondan iki asır önce çizilen Ankara resmi arasında pek fark olmadığı anlaşılıyordu. Türk edebiyatının klasiklerinden “Beş Şehir” elimde, emsalsiz bir resim olan “Ankara Manzarası Tablosu” karşımda duruyordu. Sahi, ne güzel tasvir etmiş, Ahmet Hamdi Tanpınar bu şehri:

Yaklaşık üç asır öncesine ait olduğu zannedilen, Ankara'nın en eski resmi sanatçılara ilham kaynağı olmaya devam ediyor. 

“Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur. Asırlar içinde uğradığı istilâlar, üst üste yangınlar ve yağmalar şehirde geçmiş zamanların pek az eserini bırakmıştır. Acayip bir karışıklık içinde bu tarih daima insanın gözü önündedir. Türk kültürünün kendinden evvel gelmiş medeniyetlerden kalan şeylerle bu kadar canlı surette rastgele karıştığı, haşır neşir olduğu pek az yer vardır. Kalede ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde Türk velileri Roma ve Bizans taşlarıyla sarmaş dolaş yatarlar. Dedelerimizin mezarlarından çıkan yeşillikler hangi itikatların etrafında yontuldukları belli olmayan çok eski taşları kendi rahmaniyetleri ile yumuşatırlar; burada kerpiç bir duvardan İyonya tarzında bir sütun başlığı veya arkitrav (Arşitrav, klasik mimari unsuru) fırlar, ötede bir türbe merdiveninin basamağında bir Roma konsülünün şehre gelişini kutlayan kadîm bir taş görünür, daha ötede bir çeşme yalağında eski bir lahdin bakantaları gülümser. Ahî Şerafeddin'in türbesini asırlarca Greko-Romen arslanlar bir nöbetçi sadakatıyla beklerler ve bu yüzden Arslanhâne adını alan camiin hakikaten eşsiz mihrabında, Etiler'in toprak ve bereket ilahesinden başka bir şey olmayan bir yılan son derece kuvvetli plastikliliğiyle meyvalar arasında dolaşır ve camiin o kadar şaşırtıcı bir safiyetle boyanmış ağaçtan sütunları Bizans ve Roma başlıkları taşır. Hisar'da, mihrabı Türk tahta işçiliğinin harikalarından biri olan Alâeddin Camii'nin sekisi, asırlardan beri bir şahin gibi süzdüğü ovaya, terkibi baştan aşağı tesadüfi olan bir sütun dizisinin arasından bakar; şüphesiz bu sütunlar orada bu camiden çok daha evvel mevcuttular. Bu terkiplerin en manalısı İmparator Augustus'ıın şerefine toprağa dikilmiş mermer bir kaside olan Roma mabedinin kalıntılarıyla yanı başındaki Hacı Bayram-ı Veli Camiinin beraberce teşkil ettiği zıtlar mecmuasıdır. Bitmiş veya tam diyebileceğimiz hiçbir eser bu toprağın macerasını bu kadar güzel hulâsa edemez. Hacı Bayram'ı Roma kartalının bu mermer yuvasında çilehanesini seçmeye götüren gizli tesadüf nedir?”

Ahmet Hamdi Tanpınar, bu satırları yazarken iki asır önce Hollandalı bir ressam Ankara’yı yukarıdaki tasvire benzer şekilde 117x198 cm. ebadında bir tuvale taşımıştı. Günümüze kadar ulaşan bu resim Ankara’nın en eski resmi olarak değerini korumaktadır.

Resimden biraz bahsedersek, Hollanda Devlet Müzesi’nin envanterinde bulunan ve üç asra yakın Halep Manzarası olarak bilinen bir tablodur. Tablonun aslında bir Ankara manzarası olduğunu, on iki senelik uzun bir çalışmanın ardından, Prof. Dr. Semavi Eyice ortaya çıkarmıştır. Eyice’nin, 27 Şubat 1970’de Türk Tarih Kurumu’nda verdiği konferans sonrası, resim artık tüm dünyada Ankara olarak bilinir hale gelmişti. Semavi Eyice tarafından “Ankara’nın Eski Bir Resmi” başlığında sunulan konferansta tablonun Ankara’ya ait olduğu, altmış iki resimle birlikte ispat edilmiş ve konferans Türk Tarih Kurumu tarafından da 1971 yılında kitap haline getirilmiştir.

Tablo, Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin, Rahmi M. Koç Müzesi'nde açtığı "Tarihi dokumak: Bir Kentin Gizemi Sof" sergisi sırasında Ankara’ya getirilmiştir. Sergi sonrası tabloya gösterilen yoğun ilgi üzerine tablonun kalma süresi uzatılmış olup, günümüzde hala müze de görebilirsiniz. Ankara Manzarası Tablosu, VEKAM tarafından müzeye getirildikten sonra sanat çevrelerinin de ilgisini çekmiş ve tablodan ilham alınarak; belgeseli, müzik albümü yapılmış, bu ay içinde de romanı çıkmıştır.

Burada bir resimden nasıl roman yazılır? Diye haklı olarak sorabilirsiniz. Hem de ülkemizde böyle bir roman ilk kez yayınlanmıştır. Üç asır önce çizilen yağlı boya bir tablo, nesir haline dönüşerek, ortaya tarihi bir roman olarak çıkmıştır. Geçmişte, resim-roman ilişkisi yaşanmış ve roman kahramanları tuvale yansıyarak görsel bir obje haline gelmişti. Mesela Cervantes’in Donkişot karakteri, Salvador Dali’nin tuvaline yansımıştır. Ancak bir tuvalden fışkırarak, roman kahramanına dönüşenleri, en azından ben hatırlamıyorum. Tarihi bir tablodan ilham alan Yazar Seçkin Küskü, ressamın tuvalindeki karakterleri, romanında nasıl birer kahraman haline dönüştürmüştü?

Ankara Manzarası Tablosu Ankara’ya getirildiğinde, herkes gibi resme hayran kalan Seçkin Küskü, onun için bir tutku haline gelen eserden ilham alarak, üzerinde üç yıl çalışmış tablodan, roman çıkarmıştır.

Resmin romanı da olur mu? Demeyin!

Yazar tablonun resmedildiği döneme ait kaynak kitaplarını incelemiş ve Ankara’nın ticari, sosyal hayatını adeta mercek altına almış. Bununla yetinmeyerek, tabloda yer alan ve almayan dönemin mimari eserlerini -cami, kilise, bedesten, kale surları, köprüler olmak üzere- günümüze ulaşanları adım adım gezerek, mesafe ve yüksekliklerini dikkate alarak romanında yer vermiştir. Seçkin Küskü, tabloda yer alan karakterleri adeta tuvalden çıkararak, onlara can katarak romanına taşımıştır. Yazar kendi ifadesi ile kurduğu hayal dünyasında karakterleri de yanına alarak, onlarla gece-gündüz eski Ankara sokaklarında dolaşmıştır. Romanı okurken bu karakterlerden bazılarını çok sevecek, bazılarından ise nefret edeceksiniz. Ahi Baba’yı tanıdıkça o günlerden kaç asır sonra, Ankara’nın tesadüfen başkent olmadığını anlayacaksınız. Sernakkaş’ı tanıyınca Osmanlı Devleti’nin niçin çöktüğünü anlayacak, Haşim Dede’yi tanıdıkça sırların içinde kalacaksınız. Olayların içine girdikçe, Şehrin sosyal yaşantısında Ahilik ve Seymenlik unsurunun ne kadar önemli olduğunu, Ressamın ve Firuzan’ın sınır ve kural tanımayan aşkına şahit olacaksınız.

Çankırı, Kurşunlulu olan yazar Seçkin Küskü, Romanın da Çankırı’yı da unutmamış, Çankırı topraklarından bahsetmiş, iki Çankırılı karaktere eserinde yer vermiştir.

Romanı okuduktan sonra, tabloya yakından baktığınızda eminim ki karakterlerin adeta canlandığını, kendinizi Çıkrıkçılar sokağında, çıkrık sesleri içinde yürürken bulacak, Cumhuriyet şehri Ankara’nın kadim geçmişine hayran olacaksınız. Kısacası surlar şehri Ankara’nın, sırlarına ereceksiniz!

Temmuz ayında yayınlanan ve internet üzerinden rahatlıkla temin edebileceğiniz “Bir Tablo Hikayesi, Surdaki Sır” romanını okumanızı tavsiye eder, hemşerim Seçkin Küskü’ye yayın hayatında başarılar dilerim.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Çağlar Adıgüzel Solmaz
Çağlar Adıgüzel Solmaz - 2 yıl Önce

Kadir Çimen Beyin eserle ilgili yorumunu çok beğendim.Seçkin Küskü beyi kutlar,başarılarının devamını dilerim.En kısa zamanda okumak dileğiyle.

DericiZade faruk küçük
DericiZade faruk küçük - 2 yıl Önce

Etkileyici değişik herkesin okuması gereken bir roman emeği geçen herkese teşekkür ederim kalemine yüreğine sağlık sayın seçki ve Çankırı postası