Çankırı Karatekin Üniversitesi bir kez daha rektör atama sürecini yaşıyor.

Mevcut eyyamcı ve tabelacı rektörün değişeceği yönündeki söylenti, sadece siyasi, bürokratik ve sivil toplum örgütü çevrelerindeki kulislerde değil, Çankırı sokaklarında dahi konuşuluyor.

Çankırı Karatekin Üniversitesinin ilk devir teslim töreni hâlâ hafızamda. Kurucu rektöre cübbe giydirilirken salonda yankılanan alkışlar, bugün bile kulağımda çınlıyor.

Üniversite yerleşkesinin Uluyazı’da, başaklar denizi arasında dalgalandığı o anı fotoğraflayıp kamuoyuna duyurduğum günü ise dün gibi hatırlıyorum. İlk temel atma töreni, ilk mezuniyet töreni...

Üniversite, elimizde büyüyen bir bebek gibi gelişirken onun kurumsal hafızasını tutmak da bir gazeteci olarak şahsıma nasip oldu.

20 yıllık üniversite tarihinde rektör bu kadar tartışma ve memnuniyetsizlik konusu olmamıştı.

Bu kadar pespaye hâle gelmemiş, bu kadar kurumsallıktan uzaklaşılmamıştı.

Hiçbir dönemde bu kadar beceriksiz bir yönetim anlayışına şahit olmadım.

Üniversitenin akademik ve idari kadrolarındaki memnuniyetsizliğin boyutları ise sessiz yığınların çığlığına dönüşmüş.

Bu çığlık, dolaylı olarak öğrencileri de etkiliyor.

Adeta mutsuzluk cemiyeti üyeleri gibi görünen hocalarından dinledikleri karamsarlık senfonisi, geleceğimizin temsilcilerine yaşamadan yaşlanmayı öğretiyor.

Çizdiğimiz tablonun sadece bir yorum olmadığını, ilgililerle yapılacak bir memnuniyet anketi gösterebilir.

Mevcut durumun nasıl ortadan kalkacağı kimin umurunda?

Birçoğunun Çankırı’ya ayak basmadığı konusunda emin olduğumuz birçok rektör adayının umurunda olanlar neler?

Bir rektör adayının, referans gerekçesi olarak hastalığını tedavi ettiği politikacının vefa borcunu gösterdiği söylentisi gerçek olabilir mi?

Sadece Çankırı’da değil, Türkiye geneline yansıyan politikalarda etkili olan politikacımızın bu derece bayağı bir oyuna gireceğine inanmak mümkün mü?

Doğruluğu durumunda bunun neye mal olacağı düşünülüyor mu?

Ya milletvekillerinin seçim propagandası için bastırdıkları afiş, broşür benzeri araçları rektör olmak için kullanan profesörlerin durumuna ne denmeli?

Tabii, bunların yanı sıra olağanüstü özgeçmiş hikâyesi kurgulayıp haber yaptırılmaya çalışılması?

İnanmak istediğimiz bir şey var: Ne Yükseköğretim Kurulu’nun ne de Çankırı’yı ve üniversitenin kurumsallığını, geleceğini düşünenlerin; karnavala benzeyen bu görüntüden etkilenmeyeceklerine olan inancımız…

Şahsî menfaatlerini öne çıkaranların memnuniyetleri yerine, şehrimizin ve üniversitemizin memnuniyet görüntüsünün geleceğin Çankırı şehrine, üniversiteye ve ülkemize katkısını tercih ediyoruz.

Çankırı Karatekin Üniversitesi inşallah, içeriden veya dışarıdan gelen adaylar arasında kendi yaşadıkları şehrin dışında tanınırlığı olmayan, akademik ve idari faaliyetleri bir etkinlik alanı oluşturmamış kişilerin hayali projelerine yardım ve yataklık etmez.

İnşallah, şehrimizin rektör seçiminde kanaatleri dikkate alınabilecek aktörleri, bu tipte bir rektör adayını kendi menfaat ve hayalleriyle süsleyerek Çankırı’nın makûs talihini yenememesine katkıda bulunmazlar.

Üniversite, şehre tesadüfen yerleştirilmiş herhangi bir kurum değildir.

23 Nisan'da hastanede yatan çocuklar unutulmadı 23 Nisan'da hastanede yatan çocuklar unutulmadı

Nitekim Türkiye’deki üniversitelerin tarihçesine bakıldığında, onların bulundukları şehir ve bölgelere nasıl bir katkı sundukları açıkça görülebilir.

“Ben, sen, bizim oğlan” idealizmiyle, sahte verilerle, sosyal medyada rektör odaklı illüzyon gösterileriyle şehrimize, ülkemize sunacağı bir katkı olmayacak; milyonlarca liralık yatırımın savrulduğu ve beşerî sermayenin tüketildiği, yaşanmıyormuş gibi yaşanan bir zemin olacaktır.

Ne “Çıt çıt çedene” türküsünde geçen “Her kime derdim yansam ben, yana yana gez derler” avuntusuna sığınmak kaderimiz, ne de Aka Gündüz’ün romanında Çankırı ve Çankırılıya reva görülen makûs talihe kurban edilmek hakkımız.

Editör: Ercan Şeker