Arife günü yayımlanacak gazetede “acaba ne yazabilirim?” diye düşündüm. Aslında değinilmesi gereken o kadar çok sorun ve problemler var ki! Ama bu sefer bayram günü şeker tadında bir yazı kaleme almak ve sizleri biraz olsun sorunlarınızdan uzaklaştırmak istedim. Beni lütfen mazur görün. Okumak istemeyenler Bab-ı Ali yazarlarının her bayram kaleme aldığı köşe yazıları gibi hoş ve boş yazı deyin geçin isterseniz.

* * *

Son yıllarda dikkatimi çeken bir şey var. Eminim benim bu tespitim başka dikkatli gözlerden de kaçmıyordur. Toplumun her kesiminde dini bayramlarımızı kutlama konusunda bir özensizlik, bir yozlaşma gözlemliyorum.

Bilirsiniz 31 Aralık gecesi yılbaşı. Hazırlıkları haftalar öncesinden başlar. İşyerleri, caddeler özenle süslenir. Vitrinlere yaldızlı yazılar yazılır ve ışıklandırılır.  İstemeseniz de Hıristiyanların dini bayramı olan yılbaşı kutlamalarına kaptırırısınız kendinizi. Yılbaşına gösterdiğimiz özen ve alakayı nedense kendi örf ve ananelerimize göstermiyoruz?

Yılın son gününde olduğu gibi işyerlerimizi süsleyebilir, ışıklandırmalarla bayramlarımıza özel bir hava katabiliriz. Cadde ve sokaklarımızı bayrama özel süsleyip neden güzelleştirmiyoruz?

Kusura bakmayın ama bir geleneği yaşatmak kültürle birebir alakalıdır. Bizler eğer bir şeyler empoze edildiğinde hemen onu kabulleniyor, benimsiyorsak ve kendi adetlerimizi yaşatamıyorsak alışkanlıklarımız hızla değişiyor demektir. Türkiye’nin hızla kabuk değiştirmesi gibi bu günlerde kapı kapı gezip, bayram şekeri toplayan çocuklar da yok artık!

* * *

Bayram sabahları her zaman eski bayramları hatırlatır nedense bana. “ah nerede o eski bayramlar?” derdi de büyüklerimiz, ben de “nesi var şimdiki bayramların?” diye sorardım. Nereden bilebilirdim ki en güzel bayramların çocukken kutlandığını. Her çocuk gibi yatağımın başucuna koyduğum bayramlıklarımı seyrederek uyurdum.

Benim için eski bayramlar, bayram namazından çıkıp eve gelindiğinde sıraya girip el öpmek ve bir arada yapılan sabah kahvaltılarıydı. Bayram sabahları sütlü çorba kaynatırdı babaannem. Nokullar, dolmalar, baklavalar açılırdı. Kuruyemişler şekerlerle beraber harman edilir ve kapıya gelen çocukları karşılayan ev sakini şekerleri ve kuruyemişleri avuçlayıp çocukların ya cebine ya da açılan torbasına koyardı.

Ayrı bir heyecan, ayrı bir tatlı telaş alır başını giderdi. Özlemle beklenen kuzenlerin bir araya gelip yaptıkları yaramazlıklar her evde ayrı bir neşe kaynağıydı. Aldığımız bayram harçlıklarını hemen Bahri dayının bakkalında harcardık. Neler yoktu ki rahmetlinin bakkalında? Şimdiki süper marketlerde bulamayacağınız her şey. Leblebi tozu, çıtır pıtır, keçiboynuzu, mantar tabanca,  kazı kazan! Gazoza leblebi atıp içmek bir adetti. Ayrı bir tat, ayrı bir neşe. Bayramın gelmesini iple çekerdim her zaman ve “neden bayramlar yılda iki defa” diye üzülürdüm.

Şimdi o güzel bayramlardan geriye o anıların yüzümde yaşattığı tebessümü; aramızdan genç yaşta ayrılan mahalle arkadaşlarımın ve büyüklerimin özlemi kaldı. Büyüdükçe o güzelliklerin yerine araya giren yıllar ve ekmek kavgası; belki de vefasızlık, belki de büyüksünmekti o eski tadları paramparça eden.

Sahi nerede şimdi o güzel insanlar?

Nerede o eski bayramlar?

Hayatınızın hep bayram tadında geçmesi dileğiyle. Ramazan bayramınız kutlu olsun...