Anlamsız hırslanmaların beyhudeliğini o zamanlardan beri biliyoruz. Aman analardan, babalardan azar işitmeyelim diye de kirlenmiş naylon ayakkabılarımızı, esvaplarımızı, donlarımızın paçalarını; ilk bulduğumuz küçük gölet ya da bolca akan pınarlar da yıkamayı da ihmal etmezdik hani. Arada bir topladığımız çiğdemin köklerindeki kahve renkli ve lifli bölümleri ayırıp, süt beyaz kökünü yiyerek, harala gürele, güle oynaya gelirdik Sarı Baba mekanına.
Mart ayının ortalarından sonra yeşillenen Sarı Baba mevkiinin diğer âleme açılan Makber cenabında ise toprak yeşile boyanmıştı çoktan. Yaban kekikleri henüz yeni baş vermişler di, tabii bitki örtüleri ile Hıdırlık, Karatekin Kalesi, az da olsa göze dokunurdu, bozkır görünümlüBoyalıca, Kavra tepelerindeki yeşillikler.
Genellikle mezarlıklarda yetişen Susam çiçeklerinin mor ve beyaz renkleri ile etrafa hoş kokular sarardı. Sabahın ilk seherinde bizden büyük olan ağabeylerimiz açmış olanları toplarlar, okuldaki öğretmenlerine büyük bir özenle götürürlerdi. Her gün bir başkası hırslanıp, sabahın köründe kalkar ne varsa araklarlardı hepsini. Bu devran döner dururdu, ta ki soluncaya, tükeninceye kadar.
Nisan yağmurları bereketini saçardı her tarafa, gök gürültüleri bile bir başka güzel olurdu vesselam, yaşlı çatılarımızdan akan ve delice yağan yağmurlarla, hanelerimize sızan damlacıklara bile aldırış etmezdik; O masum çocukluk çağlarımızda. Yağan şiddetli yağmurların Çankırı’mızın eski yapılarında bulunan‘’Çingene Kiremitleri’’ arasında raks eden halleri, derme, çatma, küflü, paslı teneke ya da saçlardan oluşan ‘’Hampuç’’lardan akarak gölcükler oluştururdu, O dar yamuk yumuk döşenmiş kaldırım taşları arasından hışırtılarla akar giderdi. İlk anlarda bulanık akan o derecikler, ilerleyen zamanın seyrinde berraklaşan bir su yumağına dönüşürdü birden. Beraberinde getirdiği kum, çakıl, atıklar bambaşka seslerle ve senfoni oluştururdu, salına salına Tatlı çayla hasret gidermeye kadar giderdi. Kimi zaman kasketli ve ellerinde köylü cigaralı, bellerinde Tosya kuşağı sarılı mahalle büyüklerimizden işittiğimiz kadarıyla, Tatlı çaya sel gelmiş fısıltılarının yayılmasıyla koşarak giderdik hastane köprüsüne kadar. Çay kenarındaki boyasız, küflü, paslı korkulukların ıslaklığına aldırış etmeden küçücük başlarımızı dayayarak, büyük bir hışımla gelen alaca renkli, gürültüyle, akan selin kıvrımlı akışına gözlerimizi dikerdik, doğaüstü bu olayı şaşkınlıkla saatlerce, ibretle izlerdik.
Hele haşin yağan yağmurun ardından açan güneşin marifetiyle gelen ‘’Gök kuşağı’’ilahi görünümüyle gönüllerde yerini alırdı sanki bir rüya gibi. Renk cümbüşü ile Tuzlu Bağlarıüstünde belirirdi sessizce.
Kimilerinde naylon kilitli ayakkabılar, kimilerinde soğuk kuyu ya da fort fort lastiği de denilen, kimilerinde ise kıştan kalma kara lastik çizmelerle, sokak aralarında, akan minnacık dereciklerde gelen çivi ya da diğer metal parçacıklarını toplamaya çıkardık. Minicik ayaklarımız yağmur suları arasında hiç üşümeden, çakır keyif veren soğuğuna aldırış etmeden gayretli bir şekilde ve azimle toplardık ne varsa derecikte. Mahalle aralarında bulunan, terzi hanım teyzelerimizin diktiği, pamuklu, renkli esbaplarımızı alttan kıvırarak, topladığımız sermayeleri içine atardık sevinçle. Zamanı geldiğin de merkep sırtında renkli heybelerdeki, kırık leblebilerle değişirdik. Kerpiç duvarların kenarlarına konulan taşlar üzerinde oturup neşe ve muhabbetle yerdik kırık leblebileri, hem de körpe dişerlimizin arasında kütürdeterek.
Yeni köyün alt kesimlerinde, Mezbaha-Çöplük-Boyalıca köprüsü civarına kadar Acı çaykenarındaki sulak ve hafif bataklık alanlarda yetişen tuzlu yemlikleri toplamaya giderdik.
O zamanki abla-teyze ya da ninelerimizle, .ellerimizde kötü bıçaklarla nemli ve sulu toprağın içindeki tekecen ve yemlikleri teker teker toplar atardık telis çuvallara, mahalledeki yaşlı ninelere, konu, komşulara avuç avuç dağıtırdık epeyce. Sevinirlerdi, hatırımızı sayıp getirmişler diye, gözü tok O yüce insanlar bizleri sevindirmek için ya yufka (ince ekmek) ekmek ve yabazlama verirlerdi gönül almak için. Hele birde o yufka ekmeklerin arasına taze yeşil soğan, yemlik, tekecene birde küpecik peyniri sarılmış dürümler ile torba yoğurdundan yapılmış o ekşi ayranlar, plastik tas ya da kalaylı maşrapalara doldurularak, mahalle arasında, arada akan burnumuzu çekerek, nasılda yerdik değme gitsin. Lezzeti hala dimağlarımızda, nerde o eski günler diyecek kadar kahırlı günümüzde.
Ne şarkıların anlamı, ne de kendi halinde büyüyen, o canım yemliklerin, tekecenlerin tadı zevki kaldı, her biri mazide ki yerini aldı. Kendi halinde büyüyen Sarı ya da Öksüz Çiğdemler kaderiyle baş başa boynu bükükler, yeni nesil ise biçare.