banner306

Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalik Renda - 4

Hani bunlar şeriat davası peşinde idiler?

Mustafa Abdülhalik Renda - 4

“Kürtlerin şeriat propagandasına askerimizin inanmasından ve silah atmak istememesinden korkuyordum. Askerimizin silah atmakta olduğunu görünce bu korkum hemen geçti.”

Siirt Kaymakamı iken, Bitlis’te ki bazı olaylardan tedirgin olan Mustafa Abdülhalik Bey hemen Bitlis valisine bir mektup yazıp, “Emir buyrulduğunda seçme bir müfreze ile Bitlis’e gelebileceğini” söyler. Vali Mazhar Bey ise durumun sakinleştiğini ve böyle bir ihtiyaç duyulmadığını bildirir. Bu olaydan kısa bir sonra, vilayetin içinde bulunduğu duruma uygun bir yönetim gösterememesi sebebiyle Vali Mazhar Bey görevden azil edilerek, yerine “Erbab-ı Ehliyetten” Mustafa Abdülhalik Bey tayin edilir(1). Daha birkaç sene önce, Balkanlarda haksız yere görevden alınan Abdülhalik Bey, şimdi ise daha valiliği hak etmesine dört yıl varken, erkenden vali oluyordu. Mustafa Abdülhalik Bey’in yeni görev yeri olan Bitlis valiliğinde bulunduğu süre zarfında memuriyet hayatının en yoğun dönemlerinden birini yaşadığını söylemek mümkündür. Cihan Harbi’nin başlaması ve akabinde gelişen olaylar, sonraki yıllarda da Mustafa Abdülhalik Bey’in karşısına çıkacak, pek çok devlet adamının gibi haksız yere sürgüne gönderilmesine yol açacaktır(2).

Abdülhalik Bey, Bitlis’te görevi devralıp Mazhar Bey’i uğurladığı gece bir köylü, Şeyh Şahabettin Efendi mührüyle Vali’ye hitaben Arapça yazılmış bir ültimatom getirir. Ültimatom da “Hükümet dairelerini, depoyu ve silahları teslim edilmedikleri takdirde kasabayı işgal ederek, herkesin derisinin yüzülerek samanla doldurulacağı, hükümet kapısına asılarak gelene gidene tükürtüleceği ve dökülen Müslüman kanının vebalinin hükümete ait olacağı, Allah’ın inayeti ile cihada hemen başlanacağı yazılıyordu” (3).

Peki bir şeyh devlete ültimatom verecek cesareti nereden alıyordu? Bunun cevabı için 18. yüzyıla kadar gitmek gerekmektedir.

Çarlık Rusya’sı, çıkar alanı olarak gördüğü Vilâyât-ı Şârkiyye’yi -Kayseri’nin doğusunu- ele geçirmek ve buralarda kalıcı olabilmek için bazı Kürt gruplarını ve Ermenileri elde edebilmek amacıyla yoğun çalışmalarda bulunmuştur. Çar Rusya’sıyla Kürt grupları arasındaki müttefik olma durumu 18. yüzyıla kadar inmektedir. Diğer Avrupalı devletler gibi Rusya’nın da Osmanlı ülkesinde kalıcı olabilmek için sağlam politik araçlara ihtiyaç duyduğu aşikârdır. Bundan dolayı Kürtler ve Ermeniler, Rusya açısından en kolay elde edilebileceğine inanılan politik figüranlardır. Kürtlere duyulan bu ilgiyi canlandırmak için Rusya’da Kürt enstitüleri kurularak buralarda Kürtlerle ilgili çalışmalara hız verilmiştir. Kürdoloji bir bilim olarak Rusya’da doğup gelişmeye başladı. Böylece Kürdolojinin ana vatanı Çarlık Rusya’sı oldu. 19. yüzyılda bölgede başlayan savaşlar sonucunda, Ruslar Kürtler ile olan kontaklarını daha da geliştirerek, Kürtler ile yakından ilgilenmeye başladılar. Rusya’da Kürtler üzerine yapılan çalışmalar, P.S. Pallas’ın (1741-1811), hazırladığı “Tüm Diller ve Lehçelerin Karşılaştırmalı Sözlüğü” adlı dilbilimsel araştırmasıyla başlamıştır(4).

Bu politik ilgi 19. yüzyılda yaşanan yeni siyasî ve iktisadî gelişmelerle değişik boyutlar kazanmıştır. Özellikle batılı güçlerin baskısıyla hayata geçirilen reformlar, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde, siyasi dengeyi bozmuş, var olan toplumsal ve siyasi yapıları oldukça değiştirmiştir. Bu değişimde bir diğer gelişme Fransa, İngiltere, Almanya ve Amerika’dan yöredeki Hristiyanları kendilerinin milli kiliselerine döndürmeye çalışan misyonerlerin bölgeye girişleriydi. Hristiyanlar arasında yürütülen bu misyonerlik çalışmaları bölgedeki Hristiyan-Müslüman ilişkilerini dramatik bir şekilde etkilemiştir. Rusya’nın Kürtlere duyduğu ilgi, Rusya’nın Osmanlı topraklarını elde etme arzusu ile paralel yürütülmüştür. Öyle ki Kürt grupları Rusya’nın doğal müttefiki olarak görülmüştür. Bu durum politik olarak kendilerini yönetmek isteyen Kürt aşiretlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı duruşlarını etkilediği gibi Rus ordusunun ileri harekâtlarında da bu gruplar büyük destekler vermiştir. Rusya, 1878 Berlin Kongresi’nden istediğini alamayınca ilgisini Uzakdoğu’ya kaydırmıştır. Fakat burada da 1904-1905 yıllarında Japonya ile giriştiği savaşlarda büyük yenilgiler yaşayınca bir müddet içe kapanmıştır. Bir süre sonra da kaybettiği prestijini yeniden kazanmak için Osmanlı Devleti’nin doğusuna dönük çalışmalarına hız vermiştir. Rusya, Kafkasya, İran ve Osmanlı ülkesindeki ajan ve diplomatları aracılığıyla politik malzeme olarak gördükleri Kürtleri elde etmeye çalışmışlardır. Özellikle İttihat ve Terakki’nin öncülüğünde başlatılan modernleşme çabalarından olumsuz etkilenen Abdürrezzak, Şeyh Taha, Simko gibi Kürt liderlerle yakınlaşma yolları aramışlardır. 1912 Balkan Savaşları’nın vuku bulması Rusya’nın çalışmalarına ivme kazandırmış, bölgedeki Rus konsoloslukları aracılığıyla Kürt liderleri Tiflis’e, St. Petersburg’a davet ederek Osmanlı’ya karşı isyan etmelerini ve Rusya ile iş birliği yapmalarını sağlamaya çalışmışlardır. Ayrıca Çarlık Rusya ve Avrupalı devletler, Berlin Kongresi’yle uluslararası soruna dönüşen Ermeni Sorunu için Vilâyât-ı Şârkiyye’de idari reformların yapılması maksadıyla Osmanlı Devleti’ne baskılarını artırmış, aylar süren diplomatik temaslar sonucunda Osmanlı Hükümeti, 8 Şubat 1914’te bölgede idari ıslahatlar yapmak üzere karar vermiş ve yabancı müfettişlerin bölgeye tayinini yapmıştır. Rusya bölgede hem Ermenileri hem de Kürtleri kazanmak suretiyle Osmanlı’ya karşı birliktelik kurmak istemiştir. Bu maksatla da idari ıslahatlar yoluyla Ermenileri, ajanları vasıtasıyla da bir takım imkânlarını kullanarak Kürtleri Osmanlı’ya karşı kullanmak istemiştir. Bitlis İsyanının da, 8 Şubat 1914’de Yeniköy Antlaşması’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra çıkması hiç tesadüf değildir(5).

Mustafa Abdülhalik Bey, vali olarak atandığı Bitlis’e gelir gelmez üç gün şiddetli çatışmalarla süren Bitlis isyanı başlamıştır. Justin McCarthy ve arkadaşları, Armenian Rebellion at Van kitabında hükümet kuvvetlerinin başarısını Bitlis valisi Abdülhalik Renda ve jandarma kumandanı Kazım Özalp’in çabalarına bağlar ve o günler şöyle anlatılır. “II. Meşrutiyetin ilanından ve Hamidiye Alaylarının lağvedilmesinden sonra hâkimiyetlerinin azaldığını düşünen Kürt aşiret liderleri artan vergilerinde etkisiyle bir süredir, İstanbul’dan uzaklaşıyor, Rusya’ya yaklaşıyorlardı. 8 Şubat 1914’te Yeniköy’de imzalanan ve Erzurum, Trabzon, Sivas-Bitlis, Van, Harput ve Diyarbakır vilayetlerini iki yabancı müfettişin komiserliğine teslim eden ıslahat programı bir yandan Rusya’ya geniş bir müdahale alanı tanırken, bir yandan da Kürtler arasında topraklarının Ermenilere verileceği yolunda şayiaların yayılmasına neden oldu. Büyük bir isyandan çekinen hükümet kuvvetleri 1914 Mart’ında tutukladığı Molla Selim adamları tarafından kaçırıldı. 300 ağa ve 8.000 Kürt’ün desteğiyle Bitlis’i kuşatan Molla Selim ve Seyyid Ali (*) önderliğindeki isyan 1 Nisan 1914’te başladı. Üç gün süren şiddeti çatışmalar sonunda isyancılar başarısız oldular ve bir kısmı Rus konsolosluğuna sığındı.” (6)

Justin McCarthy ve arkadaşlarının adı geçen eserde bahsettiği gibi Mustafa Abdülhalik Renda Bitlis’te tarihin akışını çevirecek işler yapmıştır. Vefatından önce kaleme aldığı hatıratının Bitlis günleri bölümünde ihanetleri, kahramanlıkları, emperyalistlerin oyunlarını, çatışmaları ve şahısları tek tek anlatmaktadır. Devletin güçsüz olduğu dönemleri anlatan bu satırları okudukça, “Açılım” sürecinde gösterilen “Hoşgörü” politikasının ne kadar hatalı olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. Problemin dış kaynaklı olduğunun iyi anlaşılamaması üzerine, yapılan iyi niyetli girişimlerden sonuç alınamayacağı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Günümüzde de emperyalist devletlerin ülkemizden hala ellerini çekmediği, Türk devlet adamlarının ne kadar uyanık olması gerektiği, Renda’nın hatıratını o yılları okudukça gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır. İşte o günlerden Vali Mustafa Abdülhalik’in hatıratlarında yer alan ibretlik olaylar, devlet adamlarına dersler…

“… İki gecedir uykusuzdum, fazla yorulmuştum. Rus konsolosu kavası geldi. ‘Konsolos Bey selam ediyor. Eğer buradaki ateşi kestirirseniz, o da karşıki mahallede ateşi kestirecektir. Arzu buyurursanız sizinle görüşmeye de gelir’ dedi. Adam gidince etrafımda bulunan Bitlislilere, ki ekserisi bizim mahallede idi, ‘Hani bunlar şeriat davası peşinde idiler? Konsolos beyin bu işe karışmasının sebebini bana izah edebilir misiniz? Şimdi isyanın esas sebebini anladınız mı? Merak etmeyiniz, Allah’ın inayeti ile bunu tamamen bir ibret numunesi olacak tarzda bastıracağız’ dedim. Konsolosun bu haberi bizim taraftaki mahallelere birden dağıldı.”

“… Rus konsolosluğuna, Molla Selim de içlerinde olmak üzere on yedi kişinin iltica ettiğini Rus konsolosu gelip söyledi. Bunların bize verilmesini istedim. Muvaffak eder gibi oldu, fakat ‘Bir de İstanbul’daki büyükelçimize sorayım’ dedi. İstanbul’dan muvafık cevap almamış olacak ki bir daha teslimden bahsetmedi. Bende konsoloshaneyi ve civarını muhafaza altına aldırdım. Konsoloshanesi bit içinde kalan konsolosun bütün sinirliliğine rağmen Bitlis jandarması vazifelerini gayet dikkatle ifa ettiler. Hiçbirinin kaçmasına meydan vermediler. Bu hâl Rusya ile ilişkilerin kesilmesine kadar devam etti. Ruslar daha sonra asilerin hepsini konsoloshaneden çıkardı. Biz de onları aldık. İdama mahkûm olan Molla Selim gibileri idam edildi. Diğerleri af edildi. Aleyhimize harekete hazırlanan ve kasabanın asiler tarafından işgalini bekleyen birtakım Bitlisliler o gün kalabalıklar halinde hükümete gelerek hükümetin başarısını tebrik ile devlete dua ettiler. Divan-ı harb-i örfi teşkil edilerek mahkemeler başladı. İsyanı tertip ve teşvik edenleri Rumeli’de olduğu gibi serbest bırakmak yerine gerekli cezalar verildi. Aklı ermeyen fakir muhtaç köylüye ise dokunulmadı. Mahkeme en azılı ve faal olan on beş kişiyi idama, diğerlerini de muhtelif sürgün ve kalebentlik cezalarına mahkûm etti. İdama mahkûm olanların hükümlerini Bakanlar Kurulu bir türlü tasdik etmiyordu. Bazı şeyler sordular. Sonunda hükümleri infaz edildi. Bunların arasında Şeyh Şahabettin ve kardeşi Seyyid Ali’de vardı.”

Cihan Harbi sırasında Kürt ayaklanmalarının olduğu yerler.

Sultan Reşat’ın padişah ve İttihat ve Terakki’nin hükümette bulunduğu 1914 yılında baş gösteren Bitlis İsyanının bastırılmasından sonra hayat normale dönmüş, şehirdeki karakollar için ilk kez telefon makineleri ve telleri getirilmişti. Bitlis’in imar işleri yoğunluk kazanmıştı. Dârülmuallimin (Öğretmen Okulu), hükümet konağı ve askeri tesisleri Bitlis usulüne göre yaptırıyor, esnafın dertlerine çözüm bulmak ve gelirlerini artırmak için çalışıyordu. Merkez dışına gitmesi gereken yerleri gece gündüz demeden gidip geliyordu. 28 Nisan 1914 tarihinde Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalik Bey yaptığı güzel hizmetlere ve vatansever çalışmalarına binaen birinci dereceden mecidi nişanı ile ödüllendirilmiştir. Bu ödül üzerine telgraf göndererek padişaha ve Dâhiliye Nazırına teşekkürlerini bildirmiştir(7).

Bitlis isyanın lideri durumundaki kişilerin yanı sıra isyandaki etkileri ileri düzeyde olanlar idam cezasına çarptırılmışlardı. Bunun yanında çok sayıda kişiye hapis, kürek, sürgün, kalebentlik, prangabendlik ve para cezası verilmiştir. Yakalandıktan sonra yargılamaları yapılarak isyanla bağları sabit olmayanlar serbest bırakılmıştır. Cihan Harbi'nin başlamış olması ve Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi nedeniyle genel af çıkarılarak çok sayıda kişi tahliye ve beraat etmiştir.

Bitlis Valisi Mustafa Abdülhalik Bey Bitlis’in imarı için çalışırken, Harbiye Nazırı Enver Paşa 2 Ağustos 1914’te orduya genel seferberlik emri vermişti. Artık her işin her işin üstünde seferberlik ile meşgul olmak lazımdı. Vilayet makamı her vilayetteki bütün ambarların durumları, çıkan giden anlık günlük olarak kontrol ediliyordu. Yavuz zırhlısının 29 Ekim 1914'te Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalaması üzerine Rusya ile münasebetimiz kesildi. Bitlis Rus konsolosuna, İstanbul üzerinden memleketine dönmesi için izin verildi. Konsolosluğa iltica eden suçlulardan ölüme mahkûm olanların cezaları yerine getirildi(8).

28 Haziran 1914’de Cihan Harbi’nin başlaması ile Mustafa Abdülhalik Bey, Bitlis’ten ordunun iaşe ihtiyacının karşılanmasında büyük katkıları olmuştur. Bitlis üretimi kavurma ve peksimet asker tarafından çok beğeniliyordu. Bitlis’te kavurma ve üretim yerlerini bizzat teftiş ederek kaliteli iaşenin cepheye gönderilmesinde yaşadıkları trajikomik olaylara hatıratında yer vermiştir.

Cihan Harbi sürecinde de İngiliz propagandaları Osmanlı Devletinde yaşayan etnik ve sosyal gruplar hedef alınmaya başlanmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürtlerin ayrı bir etnik grup olduğu fikri, savaş savaş başlamadan önce de savaş devam ettiği sürece de müttefiklerce işlenmiştir. Ajanları vasıtasıyla büyük paralar sarf ederek, Osmanlı yönetimi ile tebaasının arasını açmak için uğraşmışlar, fesat tohumları atmakta da oldukça başarılı olmuşlardır. Subay, ast-subay ve erlerin etnik kökenleri göz önüne alınarak onların milliyetçilik duygularına İngiltere’de basılan yayınlarla hitap edilmiştir. Böylece harpte çok önemli olan emir-komuta zincirinin bozulmasını hedeflemişlerdir. Türklere, mevcut hükümete yönelik iftiralarla dolu zulüm dolu hikâyeler üretmişlerdir(9).

Cihan Harbi’nden hemen önce ortaya çıkan Molla Selim Ayaklanması alınan tedbirlerle başarısızlıkla sonuçlandı. Netice itibariyle Rusya’nın verdiği büyük destekle patlak veren Kürtçü ayaklanmalardan biri olan Bitlis Hadisesi, Vali Mustafa Abdülhalik Bey’in soğukkanlı ve yerinde ve zamanında müdahaleleriyle büyümeden bastırılmış sonunda da sağduyulu tavırlarıyla ülkenin bölünmezliği temin edilebilmiş oldu.

Mustafa Abdülhalik Bey, diğer görev yerlerinde de olduğu gibi Bitlis valiliği sürecinde de aldığı her karardan ve uygulamalardan merkezi idareyi ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu devlet geleneği doğrultusunda merkezi otoritenin sağlanabilmesi açısından eskiden beri süren bir bürokrasi olduğundan aksi zaten düşünülmezdir. İngilizlerin işgal sırasında pek çok devlet adamı gibi Mustafa Abdülhalik Bey’e yükledikleri suçların asılsızlığını bir kez daha ortaya koymaktadır (10). Tüm bunlara rağmen Mustafa Abdülhalik Bey, Bitlis Valiliği görevi sırasında yaptıklarından dolayı günümüzde bile Kürtçülük yapanlar ve Ermeniler tarafından suçlanmaktadır. Bu durumu yazı dizimizin ilerleyen bölümlerinde de ele alacağız.

Sömürgeci devletler, istedikleri ve diledikleri zaman kargaşa ve isyan çıkaran Kürtçülere ve Ermenilere Osmanlı Devleti’nin topraklarını vaat ettiğinden, isyanlar peş peşe sürüyordu. İşin ilginci Ermeniler ve Kürtler, aynı illerde hak ileri sürüyorlardı(11). Kürt ayaklanmasını bastıran Mustafa Abdülhalik Bey’i bu sefer de Ermeni isyanı bekliyordu. Gelecek bölümde, devleti tehdit eden Ermeni meselesini Çankırılı Evladı Fatihan, Mustafa Abdülhalik Renda’nın hatıratı, günlükleri ile diğer kaynaklar ışığında, günümüzde yaşanan olayları daha iyi anlamak adına ele almaya devam edeceğiz…

Son söz:

"Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa, Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa, Kürt değildir."

(Ziya Gökalp, 1 Haziran 1922)

(*) Seyyid Ali: Fransa’nın pek az devlet adamına verdiği Legion d'Honneur nişanını 2006 yılında reddeden, “Türkiye kadar, kendi hainini yetiştiren bir başka ülke yoktur!” diyerek Türk siyaset tarihine geçen, ülkemizin çimentosu sıfatını icraatlarıyla hak eden, Bitlis Milletvekili, merhum Kâmran İnan’ın dedesidir. Kâmran İnan, “Kürtlerin en Türk'ü, Türklerin de en Kürt'ü” dedirten vasıflara sahipti. Her platformda Türkiye’nin çıkarlarını büyük bir titizlikle savunur, Kürt kökenli olduğu hâlde Türklüğü ile övünürdü.

Kaynakça

  1. Gönül Türkan Demir, Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957), AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2015, s.28
  2. Gönül Türkan Demir, Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957),AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2015, s.24
  3. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 145
  4. Rohat Alakom, Kürdoloji Biliminin 200 Yıllık Geçmişi (1787-1987), İstanbul 1991,
  5. Yeni Belgeler Işığında Bitlis Vukuatı, Dr. Erdal Aydoğan, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 2013 s.309-322.
  6. Justin McCarthy et al, The Armenian Rebellion at Van, s.156-157, Michael A. Reynolds,”Abdrrezzak Bedirhan: Ottoman Kurd and Russophile in the Twilight of Empire”, s. 441-445 kaynak gösterilerek, Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, 36. Dipnot, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 144
  7. Gönül Türkan Demir, Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957), AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2015, s.29
  8. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 153-154-155)
  9. Birinci Dünya Savaşında İngiliz Propagandası, Dr. Servet Avşar, Ötüken Neşriyat, s. 367-368
  10. Gönül Türkan Demir, Mustafa Abdülhalik Renda (1881-1957), AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2015, s.31-32
  11. Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925, Uğur Mumcu, Tay yayınları, 4. Baskı, s.13

YORUM EKLE

banner304